29 Aralık 2008 Pazartesi

MOONISH'TEN MEKTUP GELMİŞ

Posta kutusunda zarfı görünce gülümsedim, çünki bu Tiger ile benim adıma gelen ilk karttı. İkimizinde adı zarfın üzerinde yazıyordu. To; Aymen&Tiger, From; Moonish. Tiger'a haberi ulaştırdığımda hiç affetmeden patileriyle zarfı onayladı, kartı kokladı ve Moonish,e teşşekür pozunu verdi:))

Blog alemi sanal dünyanın en samimi ve dostluk kokan sayfası olduğuna bir delilde bu değil mi. Altın kalp blogger Moonsun çok zarif davranıp dünyanın bir ucundan, Miami'den kutlama kartı göndermiş.
Moonish, Tiger ve ben de 2009 yılının sana ve tüm sevdiklerine hayırlar getirmesini diliyoruz. Tiger'dan bu pozlar senin için başka yerde yok:)
Teşekkürler Moonsun

20 Aralık 2008 Cumartesi

KIŞLIK TIGER

Tiger bir süredir yoktu blogda. Bu onun blogu aslında, fazla ara vermemek lazım. Tiger kış uykusuna yatsa ancak bu kadar uyur herhalde. Akşam 8 gibi yatıp sabah geç kalkıyor. Uyandığı zamanlarda da mama yiyor zaten. Bir kaç yatağından biri olan kaloriferin üzeri bu aralar en çok sevdiği yer. Hem oradan ben pc başındayken gözlerini aralayıp benide görebildiğinden daha huzurlu.Tv seyrederkende karşımda olmayı tercih ediyor. Bu kare size neyi hatırlatıyor bilmem ama bana western filmlerinden önceki şu meşhur aslan kükremesi görüntüsüne benziyor, tek fark tiger bir kaplan:)

Bulduğu her alanda uyumayı tercih etmesine bir örnek. Ayakkabı kutusu. Yok canım ayaklarım 60 numara değil bu bir çizme kutusu:)
Pc başındayken kucak tutkusu tutup beni rahatsız etmenin bir diğer yolunu keşfedip kucağımda uyuduğu anlar. Arada klavye sesinden rahatsız olup ellerimi ısırması bir başka zevk onun için.

14 Aralık 2008 Pazar

A.R.O.G.

Pazar günleri son zamanlarda hayatıma sinema günü olarak yerini alırken Arog 'u izlemek için 2 sinema dolaşıp 3. sünde yer bulabildik ancak. Filmi nezih bir salonda izleyip çok keyif aldım doğrusu. Türk filmlerine iyi kaynaştım ben bu ara. Sırada 26 Aralıkta vizyona girecek gururun ve asaletin cisimleştiği güzel insan Serhan'ın filmi var (Yağmurdan Sonra). Film başlarındaki reklamlarda Mahsun Kırmızıgül'ün de bi film tanıtımı vardı fena görünmüyordu. E tabi Türk sinemasına destek vermek gerek:)

Filmi izlerken aynı salonda bulunduğum insanlara da göz gezdiririm, kimler tarafından rağbet görmüş tepkiler nasıl diye (bana ne oluyosa:)), herneyse film başladığında bu kadar gülebileceğimi düşünmemiştim. İkinci bölümde ise artık gülmekten gözlerimden yaş geldiği sahneler oldu. Ben bunları yaşarken salondaki büyük bir ciddiyetle perdeye yönelen bakışlar mı abartıyordu, ben mi, şaşırdım bir hayli. Özellikle maç yapılan kısımlarda sanki gerçekten maç izler gibi somurtuk suratlarla izleyen insanları görünce inanamadım. Maç esnasındaki formalara bile bakarken çok güldüm espiriler bir yana.(resmen derya baykal da atkı şapka yapılan sakallı ipten örülmüştü:) Millet neden gülmüyordu anlamadım.

Neredeyse bir ilk; bir Türk komedi filmi ve belden aşağı vurmalar yok, küfürler başka dilde yapıldığındanmıdır nedir hiç batmıyor. Her filmde söylendiği gibi yabancı bir filmle benzer yönleri olduğu söylensede tamamen bilinçli olarak göndermeler yapılmış zaten filmdede bu çok bariz.

Bu film beni güldürdü ve ben bu filmi beğendim. Bayağı komedi filmlerinden çok farklı bir tarz benimsenmiş. Demekki Türk insanının önüne yığınla küfür ve bol miktarda cinsellik dökülmedende film tavan yapabiliyormuş, insanlar gülebiliyormuş (bizim salon hariç, bişey olmuştu onlara sanırım, yada çok ciddiye aldılar olayları :)

Filmde teknolojide süper kullanılmış, gözü tırmalayan bişey pek yok. Kostümler çok güzel, çok komik, çok güldüm. Cem Yılmaz iyi iş çıkarmış.

Filmde Esnaf Arif in hayata bakış incelikleri:) çok güzel sergilenmiş, film başka dile çevrilse tamamen özelliğini yitirecek şekilde türk insanının anlayacağı konuşma şekli ve espirilerin uyarlanışı yeterince komikti.

Bu ülke güzel işleri hakediyor. 1970 lerde insanlar ay yörüngesinde dolaşırken milletimiz rejimdi, dindi, kılık kıyafetti, siyasetti beyinler meşgul edilmiş. Bir çok medeni gelişmeler geriden izletilmiş. Bilim dünyasında yığınla gelişmeler varken hala eğitim hakkı, çalışma hakkı elinden alınan insanlar yaşıyor bu ülkede. Bu millet manen çok zulüm görmüş çok bastırılmış. Bu konuya nasıl daldım şimdi:) başka zamana bırakayım bari. Bu filme gidin hemde gönül rahatlığıyla:))

5 Aralık 2008 Cuma

İYİ BAYRAMLAR

Bayramınızı kutlar hayırlara vesile olmasını temenni ederim.

30 Kasım 2008 Pazar

BİR İKİ ÇİFT LAF- ISSIZ ADAM

Hiç bir türk filmine sinemaya gitmeye değmediğini düşündüğüm günlerde Çağan Irmak- Babam ve Oğlum'a gitmiştim. Güzel iş çıkarmış pek tabi. Zihnimdeki önyargıları sarsan bu durum beni Issız Adam'a sürükledi.

Paşa paşa kurulduğum koltukta başlangıç pes yani dedirtti. Küçülmeye çalıştım artık olduğu kadar 1.75 nasıl küçülebilirse :)) Bari adamın sapıklıklarıyla olaya giriş yapılmasaydı belki arada kaybolurdu. Nafile adam cinsi sapık:)

Film sonrası okuduğum değerlendirmelerde yaşanmışlıklardan alıntı yapıldığı, herkesin kendinden bir parça bulabildiği vs vs yazıyordu (ben kendimden bir tek şey buldum o da okuduğum -far from the madding crowd- isimli kitap çılgın kalabalıklardan uzak anlamına gelen Ada'nın sahaflarda aradığı kitap, hemde ikinci el) ya herkes ağız birliği yapmış yada biryerlerden alıntı yapmış. Toplumda bu tür örnekler vardır muhakkak ama oran olarak yüzde kaç ki bunu tüm insanlığa sergilemenin alemi ne.

Buna benim söyleyeceğim tek laf; filmde sapıklığı meşrulaştırmanın bir diğer yöntemi kullanılmış. Bu tür adamların toplumda var oluşu ve gerçek aşkı bulduğunda tutunamaması anlatılırken, hertürlü cinsel sapıklık sahipleri için bile izleyenlerin nasılda salya sümük gözyaşı dökebileceğini ve empati yapıldığını gördük ya artık ne söylense boş.

Bundan daha çok yadırgadığım şey ise; Issız Adam'ın umarsız ve hayatı tek başına yaşadığını barizleştirmek için tamamen gereksiz sapkın cinsel hayatının sahnelerini malesef insanlar çocuklarını da getirerek izlettirmişlerdi. Aileler hangi akla hizmet bunu yaptılar bilemem ama filmin başında yaş sınırlaması uyarısı olduğu halde sinema yetkilileri nasıl buna izin verdiler anlamadım. Çocukların epeyce bir bilgi dağarcığı genişlemiştir. Onların adına ben üzüldüm. Filmin birinci bölümü tamamen bu sahnelerle bezenmiş olduğu halde filmden çıkmayıp hallerinden memnun olmaları ilginçti.

Filmden alınacaklar ise; bu tür hayatı tercih edenlerin epeyce bir ders almalarına vesile olması bana göre.

Demekki neymiş; sapıktan koca olmazmış:)))))
Neymiş; herşey göründüğü gibi değilmiş.
Neymiş; yolda her karşılaşılanla yatıp kalkmak doğru değilmiş.
Neymiş; geçici ilişkilerin etkilerini insanlar hayatları boyunca hatta evlensede çoluk çocuk sahibi olsada zihninden silemezmiş.
Neymiş; aşk diye bişey bir varmış bir yokmuş.

Ha bu arada şarkılar çok güzeldi. Belkide tek beğendiğim buydu.

27 Kasım 2008 Perşembe

ACEMİ EBRUCU - SANAT GÜNÜM

Çarşambaları benim sanat günüm. Sabah 09:00 civarında başlayıp, saatlerin su gibi akıp geçtiğinin farkına varmadığım, kirpiklerime kadar boyaya battığım ama umursamadığım, karanlığın çöküşüyle istemeye istemeye toparlandığım sanat günüm.
En sevdiğim uyum ve giyiyimde de yoğun kullandığım renkler; turuncu, kahve, yeşil, oksit sarı.
Kelebek, kuş, börtü böcek figür çalışması..

Ah bir de lale yapmayı becerebilsem. Çok çalışmam gerek çok..


Kağıt kaydırılarak yapılan bir akardiyon ebru denmesi. Pek orantılı kaydıramadım galiba..
Bu günün en çok beğendiğim çalışması. Tam tepeden çekmediğim için çiçek yamuk çıkmış.

23 Kasım 2008 Pazar

GÜLELİM; KARGALAR DA DAVETLİDİR


Çünki Baykal,
  • "Çarşaf, laikliği tehlikeye düşürmez "demiş :))
  • Örtüye ilişkin bütün kıyafetlerin “siyasal simge” olarak algılanmasını doğru bulmuyormuş :))
  • "Zannedilmesin ki bir şov yapıyoruz ya da siyasi amaçla gösterisi peşindeyiz" demiş :))
  • Size birisi gelip (girmek istiyorum, ilkeleri, düşünceleri benimsiyorum) diyorsa, kılıf kıyafetini engel düşünür müyüz diye soruyorsa benim ona (sen git kıyafetini değiştir öyle gel) demem ne sosyal demokrasiye ne CHP’nin insana saygı anlayışına ne de gerçek demokratlığa sığar ne de laikliğin icabıdır.’’ demiş :))
  • Anadolu’da kadınların giydiği kıyafetlerin, ‘dinin değil, toplumsal örfün’ sonucu olduğunu savunmuş:))
  • “Öyle olanlar da var. Öyle olanlar türbana geçti sonra. Şu anda da ailesinin, komşularının, bölgesinin yaşam tarzının, meşru, doğal, ahlaki kıyafeti olarak kabul edip türban giyen genç kızın da bir simge olarak kullandığını söylemek de haksızlık belki. Çünkü o durumda olup bize büyük ilgi gösterenleri biliyorum." demiş:))
  • "Bu bir siyasi simge değilse ve o haliyle geliyorsa ona (sen gelme, bana oy verme, partimde yer tutma...) diyemem" demiş:))
  • (Ben Atatürk’ü seviyorum, ailemin, çevremin, köyümün yaşam tarzı bu, böyle giyiniyorum. Bir mahzuru var mı?) dediği zaman ona (başımla beraber, elbette burada senin de yerin var) demek benim ahlaki görevimdir, demiş:))
  • "Bu heyet bir yıl önce bana gelmiş olsaydı yine (başımız üstüne gelsinler) derdim.’’ demiş:))
  • Türkiye’nin laik kimliğinin ortadan kaldırılmasına yönelik girişimlere karşı verdikleri mücadeleye dikkat çeken Baykal, eğitim özgürlüğünü genişleten anayasa değişikliğine yönelik muhalefeti buna örnek göstermiş
Başımıza taş yağacak taşş:)))

Yorum sizin...

16 Kasım 2008 Pazar

BUZDOLABINDA NE Mİ VAR?

Biz türkler buzdolabında kimi zaman ilginç şeyler de saklarız. Sıkılmış yarım limonları yeniden kullanmak üzere yumurta bölümünde muhafaza etmek:)) buzdolabının kapağındaki bölümlere bol bol ilaç yerleştirip eczane görevi yaptırmak:)) kuru malzemeler güvelenir endişesiyle poşetleyip düğümleyip dolabın bir yerlerine sıkıştırmak, tenekelerle peynir-tereyağı alıp dolabın yarısını işgal etmek, kasa kasa bilimum sebze ve meyveleri şoklayıp dondurucuya yerleştirmek gibi dolabın bu denli fonksiyonel kullanımını ancak bizim milletimiz gerçekleştirir herhalde. Zira yabancılar herşeyi vaktinde paket paket haftalık tüketiyorlar, alışveriş yapmadıklarında dolap bomboş olma tehlikesiyle karşı karşıya kalırken bizim insanımız bir kaç ay pazara markete çıkmasa dolaptan çıkaracağı yiyeceklerle bir eli yağda bir eli balda aylarca yaşayabilir:)

Son zamanlarda, sobeleniyorum ama bunun farkına geç vardığımdan gündeme alamıyorum. Bu taze bir sobe, Çilekli cephesinden gelmiş. Sobe konuları tükenmiş olmalı ki:) buzdolabındaki ganimetler sorulmuş sobede. Yöreye göre ilginç sonuçlar çıkabilir. Antep te kiler sistemi olduğundan kuru gıdalar, pekmezler reçeller, zeytinyağı, şireler, salçalar, çaylar, cevizler, fındıklar vs, toplu alınır ve burada muhafaza edilir, iyiki kiler de neler var sobesi değil zira buzdolabını anlatmak kolay :) aklımda olanları yazayım gidip bakmaya üşeniyorum :)

-Dondurucu; dondurulmuş bir sürü yiyeceler (kızılcık, sebzeler, peynir-çökelek çeşitleri, etler tavuklar, sarımsaklar...)
-İç kısım; Kahvaltılıklar(otlu peynir-antep peyniri-beyaz peynir-baharatlı çökelek-tereyağı), artan yemekler(çorba, tavuk sote-patlıcan kebabı-kazan kebabı, burda böyle:), Tiger'ın balığı ve ciğeri, sebzeler-meyveler,
-Kapak kısmı; İlaçlar:) Suriyeden gelen korkunç tattaki lokum ve bademler, menengiç ve türk kahvesi, pasta malzemeleri, ekşiler(nar, sumak,kızılcık, sirke), yumurtalar, keten tohumu- susam-çörek otu- safran, tahin, ketçap, gülsuyu, sahlep, margarin,süt, kola,soda.

Tiger buzdolabının neresinde, genellikle üzerinde :))

Birilerini sobelemeyi hep unuturum, bu defa acısını çıkarayım Umar ve Melek sizi sobeliyorum. Buzdolabınızda neler var bakiimm...

12 Kasım 2008 Çarşamba

YENİ EBRULAR

Mevsim sonbahar iken bizim eve kış daha erken geldi. Kuzey kutbundan bir köşe olan evde, bir aydır üzerime yapışan kürkümle yaşıyorum gece gündüz. Biraz daha böyle devam ederse üzerimden cerrahi müdahale ile alacaklar onu :) Kaloriferler henüz yanmaya başladı ve bende yeni çözüldüm:) Bloga bir şeyler yazayım dedim. Titrek Tiger resimde kaloriferin keyfini çıkarırken.
Ebru yapmaya devam ediyorum. Umarım Ebru sanatçıları bu ebruları netten bir vesile ile görmezler. Malzemelerin hazır ve alet edevatın tam usulüne göre kullanılmadığı bu atölyede birde benim acemiliğim eklenince muhteşem eserler beklemek yersiz tabi:)
Bu iki Ebru arasındaki en bariz fark; üsttekinin hazır boya ile yapılmış olması diğerinin ise kök boyaların ezilerek elde edilmesiyle tamamen el emeğiyle yapılan boyaların kullanılması.
Bu ebru da saten kumaş parçasına uyguladığım ama memnun kalmadığım bir çalışma. Bu iki ebru da battal çalışma yapıldı. Üsttekini hafif taradım.
En sondaki ebru yine kök boya kullanılarak yapıldı. Gel git yöntemiyle yapılan bir alıştırma.

1 Kasım 2008 Cumartesi

MARMELATLI KÖFTE

Aylak olmanın iyi yönlerinden biride tv de ne var ne yok günün her vakti haberdar olmaktır :) Sabah kahvaltı seanslarında bir yere yetişme telaşı olmadan sabah programları izlenebiliyor örneğin.

Ben Marta Stewart'ı izliyorum. Hani şu her işten anlayan kadın, kendi adınada website var. Yemek yapımı, el becerileri, bitkiler börtü böcekler, toplumsal meseleler vs vs. Sonrasında midemi bulandıran tarifleriyle Rachel Ray, ardından hergün aynı pantolonu giydiğinden şüphelendiğim, başımıza taş yağmasına neden olma ihtimali yüksek insan Ellen De Generes :) , vakit kalırsada Desperate House Wife şeklinde devam ediyor. Sevgili Marta Türk deyimiyle it yemez yemeklerden yaparken son zamanlarda daha normal yiyecek tariflerine yer vermeye başladı. Yaprak sarması tarifi verirken dolmanın Arap yemeği olduğunu söylemesi dikkatimi çekti. Üstelik içerisine bir gıdım salça bile koymazken soğanını kavurdu, yaprakları dana kadar sardı :) Birde çok lezzetli görünüyor ağzım sulandı demez mi. Bugünde buğday salatası ve yoğurtlu haydari tarzı bi meze vede ana yemek olarak bir aşçı kuzu incik yaptı. Kuzu inciği Fas yemeği olarak tanıttı, yoğurta Yunan yoğurdu dedi. Alındım valla. Biri bu yemeklerin Türk yemekleri olduğunu yada benzer yemek kültürleri olsa dahi Türk yemek kültürünün hepsinden daha muhteşem olduğunu Marta teyzeye iletmesi lazım :) Marta, Antep yöresinden ekşili ufak köfte yapsın o zaman ben ayakta alkışlarım onu:) Öyle koca koca sarmalar yapıp, acılı yemeklere şeker katmakla olmaz bu iş.

Rachel ablaya gelince, et köftelere hazırladığı karman çorman sosun içerisine marmelat koyduğu an bittim ben:) Mideniz ne alemde:))?

28 Ekim 2008 Salı

GİTTİK GELDİK

Alışamamıştık zaten orasını kurcala burasını düzelt derken oturma iznimiz yeniden verilmiş. Kiracı olmak zor tabi, yatağını yorganını toplayıp taşınmakta öyle... Konu komşu dağıldı bir anda. Neyse geri döndük. Wordpress te bir nevi yedekleme oldu. En iyisi kendi evimizi alıp göçmek buralardan. İstediğimiz gibi dayayıp döşeyebiliriz o zaman. Çık git diyende olmaz kapılara kilit vuranda. Bu iyi bi deneyim oldu belkide birçoğumuzun kendi adresimizi almamıza vesile olacak. Boşuna denmemiş zahmette rahmet, rahmette zahmet vardır diye. Gidelim buralardan..

Şimdi bütün bloggerlar coşku içerisinde:)) Bi laf vardır Allah sevindireceği kulunun önce eşeğini kaybettirir sonra buldururmuş :) Bu coşku yaşanıyor şimdi:))

26 Ekim 2008 Pazar

GÖÇ

Göç etmeye mecbur kaldık. Seferberlik ilan edildi. Birçok blogger, wordpress diyarına taşınmış. Biz de şimdilik oradayız. Alışmaya çalışıyoruz. Gelirseniz bekleriz penceremiz açık:)

http://aymentiger.wordpress.com/

22 Ekim 2008 Çarşamba

TIGER'IN EBRU MERAKI

Tiger hn doğmadan önce kısa bir süre Ebru ile meşgul olmuştum lakin uzun soluklu olmamıştı. Ebru aşkım depreşince yeniden başlamaya karar verdim. İlk iş malzemeleri bir araya getirmek oldu. Gül dalı, at kılı, boyalar, kitre vs vs. Tiger ile bu işi yapmak hatta malzemeleri dahi muhafaza etmek kolay olmadı. Bi kere at kılını hiç mi hiç rahat bırakmadı. Gece uyanıp ondan at kılını kurtardığım anlar oldu. Neyse ki at kılı fırçaya dönüştü fakat tablo değişmedi.
Ebru sanatı çok eskilere dayanan bir uğraşı olduğundan malzemeler doğal olarak kullanıldığında daha çok verim ve keyif alınıyor. Antep'te kök boya bulmak hatta öd temin etmek zor olacağından boyalar hazır kullanılıyor. Dolayısıyla boya ezmek keyfinden ve aşamalarından da mahrum kalınıyor.
Gül dalı ve at kılı ile yaptığım ebru fırçasına ek olarak kullanılan yelpaze fırça.Kitre de hazır alınıyor bu bakımdan suyu hazırlamak hem daha kolay hemde riski daha az. Benim kitrem buna rağmen tutmadı ve boyada kırılmalar yaşadım.
Suyu taramada ise tavuk şişlerden ve şırıngadan faydalanılıyor. Zira bız bulmayı bile denemek mantıksız.
Buda ilk denemelerim. Kitrenin tutmaması çok az çalışma yapmama neden oldu. Bunlarda damlatma yöntemiyle yaptığım ısınma çalışmaları. Biliyorum bunlar bir facia ama benimle gurur duyacağınız günlerde gelecek :)))

11 Ekim 2008 Cumartesi

AH SUN EXPRESS AHHH!!!

Gaziantep'ten İzmir'e direkt giden tek firma Sun Expres olması hasebiyle biletimi günler öncesinden temin etmiştim. Uzun yıllar THY nin Lost uçağından hallice uçakları eski olmasına rağmen yinede güven verirdi bana her nedense. Sun Express ve bu tür firmalar, ucuz olduklarından mıdır nedir pek kurumsal olmadıkları imajı mevcuttur bende.

Bu defa elim mahkum İzmir'e aktarma yapmadan gitmenin yolu Sun Expresten geçti. Sabah uçağı için erkenden evden çıkacağımdan akşam servis güzergahını 444 lü numaradan öğrenmek istedim. İki yerden servis gececeğini ve ikisininde hareket saatinin 07 10 olduğunu öğrendim. Emin olup olmadıklarını sorduğumda burada böyle not edilmiş kesinlikle doğrudur cevabı alınca inanmak istedim. Bir problem olmaması için İstanbul'dan gelip güneydoğu gezisini tamamlayıp tatilimi birlikte geçireceğim arkadaşımla birlikte servisin kalkış yerini tespit etmek üzere yola çıktık. Verilen adres o kadar kısıtlı bilgiler içeriyordu ki Sun Expres bürosunun etrafını en az 7 kez tavaf ettikten sonra bulabildik.

Sabah için herşey tamamdı. Eşyalarımızla paşa paşa eve yakın olan noktada servis bekleyeceğimiz yere doğru ilerledik. Üstelik gidiş konusunu ilk defa ucuza getirerek hayatımda tarihi bir yolculuk yapmış olacaktım. Beklediğimiz noktada S.E bürosu henüz açılmamış etrafta yolcu modunda tek bir canlı bile yoktu bizden başka. Tam 7 de orada dimdik ayaktaydık. Hostes kılıklı iki insanın yaklaştığını görünce tamam işte boşuna endişe ettik diye teselli olduk. Neden sonra bir servis yaklaştı ve bu iki insanın ardından bizde hareketlendik. Servis biz yanına bile yaklaşamadan kapılarını kapatıp gittiğinde Sun Express in bana bilgi veren insanları hakkında içimden pek hoş şeyler geçirmedim. 444 lü numarayı arayıp oldukça sabahın köründe karga b. yemeden kalkan biz, zarif bir sesle adının Günay olduğunu söyleyen hanıma servisin bu noktadan şu saatte geçeceğinden eminmisiniz diye sordum. Kesinlikle efendim dedi. Bir kaç dakika sonra iyice işgillenip yeniden aradım. Günay hanıma bu konuyu teyid edip bana dönmelerini istedim zira havaalanı şehirden uzak bir noktadaydı ve hem taxi bulup hemde uçağa yetişmek için çok geç olabilirdi üstelik bir sonraki uçakta yer olmayacağı ve tatilin mahvına sebep olunacağı gibi hisler içimde belirmeye başladı. Şüphelerimi Günay hanımla paylaştım hemen bilgi edinip döneceğini söyledi.

Bu arada bir yandan havaalanındaki bürolarını bir yandan arıyordum telefon duvardı resmen çıt yok açan yok. Günay hn bana dönmüştü ama iyi haberlerle değil. Hemen bir taxiye binip gitmemizin hakkımızda hayırlı olacağını söylerken kulağımdan çıkan dumanlardan, ağzımdan çıkan alevlerden haberi yoktu.

Günay hanımın mahcubiyeti diz boyuydu lakin bu, bizim havaalanına uçak parası kadar ödeme yaparak gitmemize çözüm olamamıştı. Telefonu kapattıktan sonra olayın vehametini, bilgi eksikliğini, müşteri mağduriyetine yaklaşımlarını.......ve Sun Express'i düşündükçe çıkan tansiyonumu ve sinirimi yol boyu sık sık Günay hanımı arayıp fırçalayarak teskin etmeye çalıştım. O ise yazık sadece haklısınız efendim diyebiliyordu.

Havaalanına ulaştıktan sonra hışımla firmanın ofisine doğru hızla ilerledim ve olayı özetledim. Servis saatinin 07 10 değil 06 50 olduğunu söylediklerinde 444 lü numarayı arayıp çıkan ilk kişiye 07 10 ile 06 50 arasında kaç dakikalık fark olduğunu sordum bildiler:)) oraya hemen not etmelerini başka insanları da mağdur etmemeleri gerektiğini söyledim ve Günay hn mı telefona istedim. Bana Günay hn diye birisinin olmadığını söyledi telefondaki ses. Nasıl olur son 30 dakikadır canım sıkıldıkça Günay hanımı fırçalıyorum hemen telefona verin dediğimi hatırlıyorum gerisinde arkadaşımla birlikte check in sırasında koptuğumuzu ve herkesin bize baktığını hatırlıyorum.

Meğer Günay hanım değil Günay Bey miş. Bütün telefon trafiği süresinde hanım diye hitap ettiğim bey ağzını açıp ben hanım değilim dememiş belki de diyememiş. Bütün hanım hitaplarıma olumlu cevap vermesinin nedenini anlayamasam da meğer sesi birazcık ince olduğundan olayı akışına bırakmış. Günay bey den özür diliyor ve Sun Expres ile yolculuk yapma düşünceniz var ise yarı yolda kalabilme ihtimalinizin yüksek olduğunu hatırlatmak istiyorum.

Tatil dönüşü sorumlu insan örneği göstererek Sun Express firmasına gerekli emailleri yazıp gönderdiğimde emailler geri döndü. Web sitesi bile kıytırıktanmış meğer. Bende burada yazmak istedim. Belki duyması gereken insanların kulağına gider ve benzer mağduriyetler yaşanmaz.

8 Ekim 2008 Çarşamba

TIGER'A KIŞ GELDİ

Tiger için kış erken geldi.
Kışlıklarınının bir kısmını çıkardı bile.
Gerçi daha ince tüyler dökülecek kalın tüyler yerine gelecek ama bu süreci şimdilik kaloriferler yanana kadar battaniyesiyle idare ederek geçirecek.
Kış için kokulu kumlar alınacak, uyku yatağının yeri değişecek. Kısacası Tiger büyük ölçüde kışa hazır, ya siz..

27 Eylül 2008 Cumartesi

BAYRAM ŞEKERLERİ


Tiger'ın sosyalleşmesi için yapılan bir takım denemelerin sonuçsuz kaldığının görüntüleri; Bu, Pamuk hanım. Ortama alışmaya çalışıyor. Birazdan evin asil kontesi ve küçük kaplanı Tiger hanım ile karşılaşacağından bihaber.
Bu da Tiger. Güzellik uykusunda ve o da misafirinin geldiğinden bihaber mışıl mışıl mırlamakta.
Kokuyu alması uzun sürmüyor. Yerden yerden iz sürerek kar kedi Pamuk'un yerini tespit ettiğin an. İlk karşılaşma... Tiger şokta. Pamuk hayvancıl bir yaklaşım sergilemeye çalışıyor.Hatta daha ileri gidip hoşbulduk miyavı çekeyim derken Tiger taş kesilmiş vücudunu silkeleyerek bir evsahibine yakışmayacak tepkiler veriyor.
Pamuk ısrarcı olunca ortalık toz duman oluyor. Gırlamalar, hırlamalar, pıhlamalar ve patiler havada uçuşurken bende nasibimi alıyorum ayırayım derken.
Galip olan Tiger. Pamuk geldiği yere apar topar gönderiliyor. Tiger'ın arkadaş edinmesi için yapılan bir deneme daha sonuçsuz kalıyor. Tiger'ın hemde hemcinsine yaptığı bu tavır, hakimiyetinin en ufak bir ortaklık dahi kabul etmediğine dair bir örnek daha sergiliyor.

23 Eylül 2008 Salı

TERCİHLER VE HOŞGÖRÜ

Son zamanlarda bir takım tepkiler alıyorum. Gelen tepkilere kişisel cevap vermektense buradan bir iki kelam etme isteği duydum. Tepkilerin nedeni benim değil de beni sayfasına ekleyen, hatta yorum yapan bazen benimde yorum yaptığım kişi ve kişiler olması. Şunu en başta söylemeliyim ki bu kişi ve kişilerin tercih ettikleri hayatı doğru bulmuyorum, desteklemiyorum. Ama onların tecrit edilmesinden yana da değilim.

Tasvip etmek ayrıdır, hoşgörü ayrıdır. Çoğumuzun son dönemlerde en çok muzdarip olduğumuz noktalardan biri de bu değil mi, hoşgörüsüzlük? Ayrılması gereken en önemli iki şey ve iki yol var. Birisi, bu kişilerin elinden tutup pekte matah bişey yapıyorsunuz deyip sırtlarını sıvazlamak, alkışlamak, diğeri de, varlıklarını kabul edip velev ki yanlış yaptıkları düşünülüyorsa onları, varsa kendi yöntemlerinizle, kendi doğrularınızı bildirmek.

Farzedinki üst katınıza tasvip etmediğiniz bir insan taşındı. Üstelik sizin zilinizde isimlerinizde üstüste yeralıyor. Bu x insan ise sizinle aynı binada oturmaktan son derece hoşnut. Hatta ara sıra kapınızıda çalıyor bir merhaba için. Ne yaparsınız? Sizinle aynı binada oturma hakkından men mi edersiniz? Asansörde karşılaştığınızda vebalı gibi mi davranırsınız? Selamına karşılık mı verirsiniz kafanızı mı çevirirsiniz? Hangi yöntemi denersiniz? Ve bunu hangi inanç yönteminine göre yaparsınız?

O zaman bu insanları bir alana toplayalım ve üzerlerine benzin döküp yakalım? Yada tecrit edelim onlara ait bir bölge gösterelim orada mı yaşasınlar?

Değerlerimiz bu insanları dışlamayı, uzak durmayı, ümitsizliğe itmeyi, yok saymayı mı gerektiriyor? yoksa onlara öğretmek paylaşmak sahip çıkmayı mı? Onları dinden, toplumdan ve değerlerden soğutmak mı en doğrusu?

Sen başkasının listesindesin hatta başkasının sana yaptığı yorumlarla benim yorumlarım aynı yerde olmasından ve sayfama ulaşılmasından rahatsızlık duyuyorum şeklindeki titizlenmeler karşısında demek oluyorki bu kişiler yakınlarına yada sevdiklerinin başına bu tür bişey gelmeyeceğini garanti altına aldılar.

Ne dinimizde ne kültürümüzde nede milliyetimizde insanı tercihlerinden dolayı dışlamak aşağılamak ve tecrit etmek vardır. Hele ki başkasının listesinde olmayı bile tecrit edilmeye yeterli gören bir düşüncenin malesef kısır olduğunu düşünüyorum.

"Allah katında lanetlenmek" cümlesi sarf edilmiş bana gelen yorumda. Cenab-ı Hakın Rahmeti öyle geniştirki tüm kainatı kapsamıştır. O, Rahman ismiyle kendini inkar edenlere karşı bile dünyada merhamet göstermiştir ve nimetlendirmiştir. Ahirette Rahim oluşuyla da yalniz inananlara merhametli olacagini bildiriyor. Biz ise dünyada neye dayanarak merhametimizi, dostluğumuzu yada yardımımızı insanlardan esirgiyoruz?

Elbette Kuran'da bu tür sapkınlıklara karşı lanetlenme kelimesi geçiyordur. Bende diyorumki aynı zamanda kaş alma konusunda da lanetlenme kelimesi sarf edilir. Hadi o zaman kaş alanları lanetleyip, rehberlerimizden, beyinlerimizden ve sorumluluklarımızdan çıkaralım, akla uygun mudur?

Binlerce örnek vardır islamda hoşgörü ve sosyal sorumluluk hususunda. Bunları tek tek yazacak değilim.

Biz, kendisine inanılmaz eziyetler eden, yoksulluk ve açlık içine düşen Mekke müşriklerine, onların yoksullarına dağıtılmak üzere yardım gönderen bir peygamberin ümmetiyiz. Neden manevi desteğimizi muhtaç olan insanlardan esirgiyoruz?
Müslüman, din, dil, ırk farkı gözetmeden, sıkıntı çekenlere, yanlış yolda olanlara elinden gelen yardımı yapması ahlakî veya hukuki bir vecibe olan bir dinin mensubu değilmiyiz.

Hak bir imana dayanan müslüman kişinin bütün güzel davranış ve işleri hangi tür canlıya bir hayır götürmüş olursa olsun o bundan sevabını alır düsturunu benimsiyorum. benimsemeyenlerede saygı duyuyorum.

18 Eylül 2008 Perşembe

YENİ RAMAZANLAR-TATLI DENEMESİ

Ramazan da davulcu katili olmamak için direnen ve gün boyu acıkmayan, susamayan insanlar taifesindenim. Üstelik tatlı sevmeyenler grubuna da dahilim. Hal böyle olunca Ramazanda içimde tatlı yapma isteği epey bir geç oluştu. Sevgili blogger, pastalar kraliçesi Melekciğim ile msn de küçük bir istişare yaptık ve ne yapacağıma karar kıldık. Önce kalbura bastı, badem pare, irmik tatlısı ve sonrada revanide karar kıldık. Üzeri bol fıstıklı revani. Eee burası Antep, fıstık yerine ceviz kullanmak biraz ayıp olur:))
Melek bana bütün detaylarıyla önce yumurta akını çırp, sarıya karıştır, tereyağını erit sonra birbirlerine çarp böl gibisinden püf noktalar verdiysede lakin itiraf ediyorum; ben neredeyse hepsini karıştırdım ve çırptım:))) Az önce de tadına baktım revani hiçte fena olmamış:):)

7 Eylül 2008 Pazar

DEĞİŞİYORMUYUM NE!

Hayatımda belli dönemlerde kırılmalar olur ve yön değiştirir. Bu kırılmalar iki yıla tekabül eder çoğunlukla. Kırılma vakti geldi yine. Ama tam olarak nasıl ve ne şekilde kırılacak herhangi bir fikrim yok açıkcası. Sadece bekliyorum. Demleniyorum. Duruluyorum... Düşünüyorum da iki yılın sonunda ne çok içsel değişimlere uğramışım. Olgunlaşıyormuyum sonunda ne!
Artık arabamı değiştirmek istemiyorum. Kanaat ediyorum. Artık eskisi kadar beni hiçbirşey eğlendirmiyor ama daha sağlıklı yaşıyorum, spor yapıyorum, sabahları uzun yürüyüşlere çıkıyorum bol bol.
Arkadaş kavramım bile değişti. Ya kendimden büyüklerle yada küçüklerle vakit geçiriyorum. Doğduğum yıl insanlarını kaybettim sanıyorum.
Hadi çıkalım deyip bir çırpıda menengiç kahvesi keyfi yapabiliyorum. Eskiden eve bir girmişsem çıkarabilene aşkolsundu.
Kedime daha çok vakit ayırabiliyorum.Esamesi kalsa da alışveriş canavarı değilim eskisi gibi. Daha az geriliyorum ama daha az gülüyorum. Bedenim ve ruhum daha rahat ama uzanabildiklerim daha az. Çok vaktim var çok yer geziyorum ama az vaktimin olup az gezmeyi mi tercih etmeliyim tereddüt ediyorum.
Ev hayatına adapte olabiliyorum artık. Prensiplerimden ödün verebiliyorum, daha çok tahammül ediyorum. Maddeden sıyrılıp maneviyata daha çok konsantre olabiliyorum. Daha çok düşünüyorum. Ve Değişiyorum..... hedef ve ideallerim hariç.

2 Eylül 2008 Salı

ORUÇ AÇ KALMAK DEMEK DEĞİLDİR


"Ramazan'ın ilk gecesinde Cennet ve sema kapıları açılır da, Ramazan'ın son gecesine kadar kapanmaz"

Hadisi-i Şerif

Oruç, insanın hem şahsi hayatının hem sosyal hayatının tanziminde rol alan mühim bir İlahi emirdir.

Cenabı Hak yeryüzünü muhteşem nimetlerle süslemiş ve nazarlarımıza sunmuş olmasına karşın gaflete dalışlarımız yüzünden bazen o nimetlerin şükrünü yeterince yerine getiremiyoruz. Oruç bir yönüyle bize bu nimetlerin kıymetini daha iyi hissetmemizi sağlıyor.

Sosyal hayata baktığı yönüyle oruç insana yardımlaşmayı, merhameti, hoşgörüyü, şefkati öğretir.

Oruç, geçici ve kısa dünya hayatında uzun ebedi bir hayatı kazandıran manevi bir ticarettir.

Yaratanını tanımak isteyen nefsin gurur ve kibri en iyi oruçla kırılır. Nefis, aczini ve zaafiyetini en güzel oruçlar anlar.

Oruç, maddi ve manevi bir perhizdir.
Risale-i Nur

"Cennette Reyyan denilen bir kapı vardır. Bu kapıdan Kıyamet Gününde yalnız oruçlular girer. Onlarla birlikte başka kimse giremez. Nerede oruç tutanlar? diye çağırılır ve oruç tutanlar oradan Cennete girdirilir. Snuncusuda girdi mi, artık kapı kapanır ve o kapıdan kimse giremez."
Hadis-i Şerif


26 Ağustos 2008 Salı

LOST

Lost tutkusu bir süredir benide sardı ve Lost'un ikinci sezonunu bitirdim. Geriye kaldı 3. ve 4. sezon. Bu aralar izlemeye hız verdiğimden 2009 şubat ayında başlayacak 5. sezonu geride kalmadan beklemiş olacağım.

2. sezonda ada da çözülmek istenen gizem Mısır kültürünün karmaşık eski inanışlarına bile dem vuruyor. Düğmeye basılmadığında çıkan hiyeroglifler ve filmin yakın göz çekimi kareleriyle başlaması işin ucunun Mızır gizemine dayandığını gösteriyor tahminimce.

Kazazedelerin tamamen bir ırk ve karakter armonisine sahip olması diziye bir başka anlam katıyor. Konuşulan her bir ayrıntı ilerleyen karelerle bir ilinti halinde olduğu için dikkatle takip etmek gerekiyor.

4 8 15 16 23 42 sayısının her yerde karşılarına çıkması ise başka sırlar içeriyor. Bu rakamları Lost izleyenleri ezberine almıştır bile.

Aslında tesadüf eden hadiselerin kesinlikle tesadüf olmadığı ise birilerinin bir şekilde olayları yönettiği ve yönlendirdiğini gösteriyor. İpuçları ise 815 sefer sayılı uçağın düşmesinden önce ada da yaşayan others yani diğerlerinin işi olduğu yönünde.

3. sezonun başlangıcında anlaşılıyorki 2. sezonda vahşi zannedilen diğerlerinin meğer ada da paşa paşa yaşıyor olmasıymış. Sawyer, Jack ve Kate diğerlerinin arasındalar şimdilik. Hurley ise rejimine devam etmesi için sahil kampına yollandı :))

Dharma Girişimi isimli projeyi anlatan adam ise hepten sinir bozucu. İnsanlar üzerinde çalışmamı yapıyorlar öldürmeye mi çalışıyorlar belli değil. 3. sezon sonrası olaylar daha da netleşecek nasıl olsa.
LOST'UN İÇERİĞİNE YABANCI OLANLAR İÇİN BİLGİ;

Lost, Avustralya'dan Los Angales'a uçan ticari bir uçağın Güney Pasifik civarında düşmesiyle esrarengiz tropikal bir adada kazadan sağ kalan kimselerinin yaşamlarını anlatan Amerikan
yapımı olan bir dizi.

Her bölüm, bir karakterin flashbacklerle geçmişiyle birlikte anlatılıyor. Dizinin yaratıcıları Damon Lindelof, J. J. Abrams ve Jeffrey Lieber'dır. Bölümler Oahu, Hawaii'de çekiliyor ve ABD'de ABC televizyonuda yayınlanıyor. Lost en pahalı televizyon yapımlarından biri olarak geçiyor.

Mayıs 2007'de Lost'un dördüncü beşinci ve altıncı sezonlarıyla devam edeceği ve Mayıs 2010'da 117. bölümün yapımı ile sonlandırılacağı duyuruldu. WGA yüzünden dördüncü sezon sadece 14 bölümden oluşurken üç saatlik bir sezon finaline sahiptir. Dördüncü sezonun ABD'deki ilk gösterimi 31 Ocak 2008 tarihinde yapıldı. 5.sezon Şubat 2009 da başlayacaktır.