30 Kasım 2008 Pazar

BİR İKİ ÇİFT LAF- ISSIZ ADAM

Hiç bir türk filmine sinemaya gitmeye değmediğini düşündüğüm günlerde Çağan Irmak- Babam ve Oğlum'a gitmiştim. Güzel iş çıkarmış pek tabi. Zihnimdeki önyargıları sarsan bu durum beni Issız Adam'a sürükledi.

Paşa paşa kurulduğum koltukta başlangıç pes yani dedirtti. Küçülmeye çalıştım artık olduğu kadar 1.75 nasıl küçülebilirse :)) Bari adamın sapıklıklarıyla olaya giriş yapılmasaydı belki arada kaybolurdu. Nafile adam cinsi sapık:)

Film sonrası okuduğum değerlendirmelerde yaşanmışlıklardan alıntı yapıldığı, herkesin kendinden bir parça bulabildiği vs vs yazıyordu (ben kendimden bir tek şey buldum o da okuduğum -far from the madding crowd- isimli kitap çılgın kalabalıklardan uzak anlamına gelen Ada'nın sahaflarda aradığı kitap, hemde ikinci el) ya herkes ağız birliği yapmış yada biryerlerden alıntı yapmış. Toplumda bu tür örnekler vardır muhakkak ama oran olarak yüzde kaç ki bunu tüm insanlığa sergilemenin alemi ne.

Buna benim söyleyeceğim tek laf; filmde sapıklığı meşrulaştırmanın bir diğer yöntemi kullanılmış. Bu tür adamların toplumda var oluşu ve gerçek aşkı bulduğunda tutunamaması anlatılırken, hertürlü cinsel sapıklık sahipleri için bile izleyenlerin nasılda salya sümük gözyaşı dökebileceğini ve empati yapıldığını gördük ya artık ne söylense boş.

Bundan daha çok yadırgadığım şey ise; Issız Adam'ın umarsız ve hayatı tek başına yaşadığını barizleştirmek için tamamen gereksiz sapkın cinsel hayatının sahnelerini malesef insanlar çocuklarını da getirerek izlettirmişlerdi. Aileler hangi akla hizmet bunu yaptılar bilemem ama filmin başında yaş sınırlaması uyarısı olduğu halde sinema yetkilileri nasıl buna izin verdiler anlamadım. Çocukların epeyce bir bilgi dağarcığı genişlemiştir. Onların adına ben üzüldüm. Filmin birinci bölümü tamamen bu sahnelerle bezenmiş olduğu halde filmden çıkmayıp hallerinden memnun olmaları ilginçti.

Filmden alınacaklar ise; bu tür hayatı tercih edenlerin epeyce bir ders almalarına vesile olması bana göre.

Demekki neymiş; sapıktan koca olmazmış:)))))
Neymiş; herşey göründüğü gibi değilmiş.
Neymiş; yolda her karşılaşılanla yatıp kalkmak doğru değilmiş.
Neymiş; geçici ilişkilerin etkilerini insanlar hayatları boyunca hatta evlensede çoluk çocuk sahibi olsada zihninden silemezmiş.
Neymiş; aşk diye bişey bir varmış bir yokmuş.

Ha bu arada şarkılar çok güzeldi. Belkide tek beğendiğim buydu.

27 Kasım 2008 Perşembe

ACEMİ EBRUCU - SANAT GÜNÜM

Çarşambaları benim sanat günüm. Sabah 09:00 civarında başlayıp, saatlerin su gibi akıp geçtiğinin farkına varmadığım, kirpiklerime kadar boyaya battığım ama umursamadığım, karanlığın çöküşüyle istemeye istemeye toparlandığım sanat günüm.
En sevdiğim uyum ve giyiyimde de yoğun kullandığım renkler; turuncu, kahve, yeşil, oksit sarı.
Kelebek, kuş, börtü böcek figür çalışması..

Ah bir de lale yapmayı becerebilsem. Çok çalışmam gerek çok..


Kağıt kaydırılarak yapılan bir akardiyon ebru denmesi. Pek orantılı kaydıramadım galiba..
Bu günün en çok beğendiğim çalışması. Tam tepeden çekmediğim için çiçek yamuk çıkmış.

23 Kasım 2008 Pazar

GÜLELİM; KARGALAR DA DAVETLİDİR


Çünki Baykal,
  • "Çarşaf, laikliği tehlikeye düşürmez "demiş :))
  • Örtüye ilişkin bütün kıyafetlerin “siyasal simge” olarak algılanmasını doğru bulmuyormuş :))
  • "Zannedilmesin ki bir şov yapıyoruz ya da siyasi amaçla gösterisi peşindeyiz" demiş :))
  • Size birisi gelip (girmek istiyorum, ilkeleri, düşünceleri benimsiyorum) diyorsa, kılıf kıyafetini engel düşünür müyüz diye soruyorsa benim ona (sen git kıyafetini değiştir öyle gel) demem ne sosyal demokrasiye ne CHP’nin insana saygı anlayışına ne de gerçek demokratlığa sığar ne de laikliğin icabıdır.’’ demiş :))
  • Anadolu’da kadınların giydiği kıyafetlerin, ‘dinin değil, toplumsal örfün’ sonucu olduğunu savunmuş:))
  • “Öyle olanlar da var. Öyle olanlar türbana geçti sonra. Şu anda da ailesinin, komşularının, bölgesinin yaşam tarzının, meşru, doğal, ahlaki kıyafeti olarak kabul edip türban giyen genç kızın da bir simge olarak kullandığını söylemek de haksızlık belki. Çünkü o durumda olup bize büyük ilgi gösterenleri biliyorum." demiş:))
  • "Bu bir siyasi simge değilse ve o haliyle geliyorsa ona (sen gelme, bana oy verme, partimde yer tutma...) diyemem" demiş:))
  • (Ben Atatürk’ü seviyorum, ailemin, çevremin, köyümün yaşam tarzı bu, böyle giyiniyorum. Bir mahzuru var mı?) dediği zaman ona (başımla beraber, elbette burada senin de yerin var) demek benim ahlaki görevimdir, demiş:))
  • "Bu heyet bir yıl önce bana gelmiş olsaydı yine (başımız üstüne gelsinler) derdim.’’ demiş:))
  • Türkiye’nin laik kimliğinin ortadan kaldırılmasına yönelik girişimlere karşı verdikleri mücadeleye dikkat çeken Baykal, eğitim özgürlüğünü genişleten anayasa değişikliğine yönelik muhalefeti buna örnek göstermiş
Başımıza taş yağacak taşş:)))

Yorum sizin...

16 Kasım 2008 Pazar

BUZDOLABINDA NE Mİ VAR?

Biz türkler buzdolabında kimi zaman ilginç şeyler de saklarız. Sıkılmış yarım limonları yeniden kullanmak üzere yumurta bölümünde muhafaza etmek:)) buzdolabının kapağındaki bölümlere bol bol ilaç yerleştirip eczane görevi yaptırmak:)) kuru malzemeler güvelenir endişesiyle poşetleyip düğümleyip dolabın bir yerlerine sıkıştırmak, tenekelerle peynir-tereyağı alıp dolabın yarısını işgal etmek, kasa kasa bilimum sebze ve meyveleri şoklayıp dondurucuya yerleştirmek gibi dolabın bu denli fonksiyonel kullanımını ancak bizim milletimiz gerçekleştirir herhalde. Zira yabancılar herşeyi vaktinde paket paket haftalık tüketiyorlar, alışveriş yapmadıklarında dolap bomboş olma tehlikesiyle karşı karşıya kalırken bizim insanımız bir kaç ay pazara markete çıkmasa dolaptan çıkaracağı yiyeceklerle bir eli yağda bir eli balda aylarca yaşayabilir:)

Son zamanlarda, sobeleniyorum ama bunun farkına geç vardığımdan gündeme alamıyorum. Bu taze bir sobe, Çilekli cephesinden gelmiş. Sobe konuları tükenmiş olmalı ki:) buzdolabındaki ganimetler sorulmuş sobede. Yöreye göre ilginç sonuçlar çıkabilir. Antep te kiler sistemi olduğundan kuru gıdalar, pekmezler reçeller, zeytinyağı, şireler, salçalar, çaylar, cevizler, fındıklar vs, toplu alınır ve burada muhafaza edilir, iyiki kiler de neler var sobesi değil zira buzdolabını anlatmak kolay :) aklımda olanları yazayım gidip bakmaya üşeniyorum :)

-Dondurucu; dondurulmuş bir sürü yiyeceler (kızılcık, sebzeler, peynir-çökelek çeşitleri, etler tavuklar, sarımsaklar...)
-İç kısım; Kahvaltılıklar(otlu peynir-antep peyniri-beyaz peynir-baharatlı çökelek-tereyağı), artan yemekler(çorba, tavuk sote-patlıcan kebabı-kazan kebabı, burda böyle:), Tiger'ın balığı ve ciğeri, sebzeler-meyveler,
-Kapak kısmı; İlaçlar:) Suriyeden gelen korkunç tattaki lokum ve bademler, menengiç ve türk kahvesi, pasta malzemeleri, ekşiler(nar, sumak,kızılcık, sirke), yumurtalar, keten tohumu- susam-çörek otu- safran, tahin, ketçap, gülsuyu, sahlep, margarin,süt, kola,soda.

Tiger buzdolabının neresinde, genellikle üzerinde :))

Birilerini sobelemeyi hep unuturum, bu defa acısını çıkarayım Umar ve Melek sizi sobeliyorum. Buzdolabınızda neler var bakiimm...

12 Kasım 2008 Çarşamba

YENİ EBRULAR

Mevsim sonbahar iken bizim eve kış daha erken geldi. Kuzey kutbundan bir köşe olan evde, bir aydır üzerime yapışan kürkümle yaşıyorum gece gündüz. Biraz daha böyle devam ederse üzerimden cerrahi müdahale ile alacaklar onu :) Kaloriferler henüz yanmaya başladı ve bende yeni çözüldüm:) Bloga bir şeyler yazayım dedim. Titrek Tiger resimde kaloriferin keyfini çıkarırken.
Ebru yapmaya devam ediyorum. Umarım Ebru sanatçıları bu ebruları netten bir vesile ile görmezler. Malzemelerin hazır ve alet edevatın tam usulüne göre kullanılmadığı bu atölyede birde benim acemiliğim eklenince muhteşem eserler beklemek yersiz tabi:)
Bu iki Ebru arasındaki en bariz fark; üsttekinin hazır boya ile yapılmış olması diğerinin ise kök boyaların ezilerek elde edilmesiyle tamamen el emeğiyle yapılan boyaların kullanılması.
Bu ebru da saten kumaş parçasına uyguladığım ama memnun kalmadığım bir çalışma. Bu iki ebru da battal çalışma yapıldı. Üsttekini hafif taradım.
En sondaki ebru yine kök boya kullanılarak yapıldı. Gel git yöntemiyle yapılan bir alıştırma.

1 Kasım 2008 Cumartesi

MARMELATLI KÖFTE

Aylak olmanın iyi yönlerinden biride tv de ne var ne yok günün her vakti haberdar olmaktır :) Sabah kahvaltı seanslarında bir yere yetişme telaşı olmadan sabah programları izlenebiliyor örneğin.

Ben Marta Stewart'ı izliyorum. Hani şu her işten anlayan kadın, kendi adınada website var. Yemek yapımı, el becerileri, bitkiler börtü böcekler, toplumsal meseleler vs vs. Sonrasında midemi bulandıran tarifleriyle Rachel Ray, ardından hergün aynı pantolonu giydiğinden şüphelendiğim, başımıza taş yağmasına neden olma ihtimali yüksek insan Ellen De Generes :) , vakit kalırsada Desperate House Wife şeklinde devam ediyor. Sevgili Marta Türk deyimiyle it yemez yemeklerden yaparken son zamanlarda daha normal yiyecek tariflerine yer vermeye başladı. Yaprak sarması tarifi verirken dolmanın Arap yemeği olduğunu söylemesi dikkatimi çekti. Üstelik içerisine bir gıdım salça bile koymazken soğanını kavurdu, yaprakları dana kadar sardı :) Birde çok lezzetli görünüyor ağzım sulandı demez mi. Bugünde buğday salatası ve yoğurtlu haydari tarzı bi meze vede ana yemek olarak bir aşçı kuzu incik yaptı. Kuzu inciği Fas yemeği olarak tanıttı, yoğurta Yunan yoğurdu dedi. Alındım valla. Biri bu yemeklerin Türk yemekleri olduğunu yada benzer yemek kültürleri olsa dahi Türk yemek kültürünün hepsinden daha muhteşem olduğunu Marta teyzeye iletmesi lazım :) Marta, Antep yöresinden ekşili ufak köfte yapsın o zaman ben ayakta alkışlarım onu:) Öyle koca koca sarmalar yapıp, acılı yemeklere şeker katmakla olmaz bu iş.

Rachel ablaya gelince, et köftelere hazırladığı karman çorman sosun içerisine marmelat koyduğu an bittim ben:) Mideniz ne alemde:))?