28 Ocak 2008 Pazartesi

SURİYE-BİNBİR GECE MASALLARI ŞEHRİ ŞAM-I ŞERİF

Şam-ı Şerif, Suriye'in başkenti, diğer ismiyle Dımeşk (aşk dem-i),
Suriye'nin en kalabalık ve en modern şehri.
Şam'ın tatlısı meşhurdur derler, ben, Şam'a gidipte tatlısını yemeyenlerdenim :) kısmet bu, taa oralara kadar gidip tatlı yiyecek
fırsat bulamadım. Bir dahaki sefere kaçırmam umarım.
Şam tam bir sahabeler şehri. O kadar çok sahabe ve evliya hatta peygamber kabri var ki gez gez bitmiyor ( bu nedenle Şam-ı Şerif denilmiş) hatta kim hangi şehirdeydi neredeydi benim gibi sonradan hatırlamaya çalıştıkça karıştırabilirsiniz.

Şam'a gidipte kesinlikle uğramanız gereken yerleri ayrıntıları kaçırmamaya çalışarak anlatmaya hatta hatırlamaya çalıştım. İşte o görülmeye değer muhteşem mekanlar;

HAMİDİYE ÇARŞISI
Hamidiye Çarşısı İstanbul'daki Mısır Çarşısına çok benziyor. Bu çarşı Sultan Abdülhamit tarafından yaptırılmış. Şehirde bol bol Osmanlı izleri var, Suriye'lilerin Türkleri aşırı sempatiyle karşılamalarında bunun payı oldukça fazla. Bir zamanlar kara yolu ile hac yapıldığı dönemlerde burası, hacıların uğrak yeri olduğundan bu çarşıda yok yok. Atlaslar, el dokuma kumaşlar, bir çoğunu ülkemizdede gördüğümüz turistik eşyalar. Tek farkı fiyatların uygun olması. Trafiğin en yoğun olduğu yerlerden bir tanesi bu çarşı civarı. Taxi pazarlık usulü olup 25 ykr verip (para birimi suriye lirası) epeyce bi dolanırsınız çevreyi. Mazot, benzin su gibi ucuz burada. Pet şişelerle benzin getirmediğime pişman oldum:)))) Taxiler bir o kadar eski, kural kaide, trafik ışığı hadisesi hak getire, saniyede bir gaz fren yapılıyor, trafik sağdan soldan karman çorman. Bir benzerini daha doğrusu daha beterini Kahire'de görmüştüm. Kabus gibiydi, İstanbul trafiği çok intizamlı kalır bunların yanında. Çarşının üst kısmında bize el sallayan şahsı tanıdınız sanırım. Babası ve kendisinin resimleri, büstleri ülkenin her yerinde mevcut. O kadar abartılıki ben gittiğim günün olağanüstü bir gün olduğunu düşünmüştüm, meğer doğal bir halmiş. Anlaşılıyorki ülke rejiminin demokrasi kalıbına oturması bayağı bir zaman alacak.
Çin ürünleri buradada çok revaçta, ana caddedeki dükkanlarda, geleneksel kıyafetler, incikler boncuklar, gümüşler, enteresan aksesuarlar, fiyatlar çok çok uygun, yani gözünüz şaşı oluyor ne tarafa bakacağınız konusunda kelimeler
kifayetsiz kalıyor desem yeridir.
EMEVİ CAMİ
Şam şehir merkezindedir Emevi Cami ve İslam dünyası açısından çok önemli bir yeri vardır. Dünyanın en büyük ve en eski camilerinden olup mimari özelliği, mozaik ve vitray süslemeleri ile muhteşem bir ihtişama sahiptir. Kocaman bir avlusu vardır ve ana girişten bu avluya girerken ayakkabılar çıkarılır. Baş açık olarak girmek yasak olduğundan kapşonlu cübbeler kiralanarak giriş yapılabilir. Avludaki uzaylı görünümündeki insanlar bu kıyafeti giyenlerdir:)) Kerbela hadisesinde Hz Hüseyinin başının gövdesinden ayrıldığı ve muhafaza edildiği bölümde mevcut. Bu bölüme girdiğimde zannediyorum şiiler tarafından yapılıyordu, öyle bir ağıt vardı ki tüylerim diken diken oldu. Sanki az önce bu hadise gerçekleşmiş gibi hüngür hüngür ağlayıp iç parçalayıcı nağmelerle ağıt yakılıyordu. O yüzden burasının enteresan bir tarihi dokuya sahip olduğunu tekrar tekrar söylemek istiyorum, tarih severlerin ziyaret etmelerini şiddetle tavsiye ediyorum. Caminin girişinde sol tarafta idari birim şeklinde bir bölüm var buranın özelliği, daha önce duymadığım, namaz vakitlerinde 4 imamın birden ezan okuması. Tarihi boyutunun ayrıntılarını tam bilmiyorum ama kiliseden camiye çevrildiğinden, görünümünde kiliseyi andıran işlemeler, şekiller var. Caminin avlusunun ortasında gördüğümüz bu kubbeli yapı, Emeviler döneminde devletin hazinesi olarak kullanılmış. Emevi Camine dair bir başka bilgide; İmam Gazali 11 yıl caminin minaresinde inziva hayatı yaşamış olması. 1911 yılında ise, Bediüzzaman Said Nursi de buraya gelmiş. Camide vaaz vermiş. Buna dair Hutbe-i Şamiye eseri mevcuttur.Emevi Cami girişine yakın sokak satıcıları, karsambaç diye bildiğim buz rendesini meyve sularına karıştırarak satışa hazırlıyorlar. Koyu renkte görülen ve en çok tercih edilen içecek böğürtlen suyu. Hijyenik şartlara uyulmadan yapılan bu manzaradan insan havanın bunaltıcı sıcaklığı nedeniyle oldukça etkileniyor:))
İlk Türk Hava Şehitleri
Haçlı ordularını durduran büyük komutan Selahattin Eyyubi türbeside Emevi Camine yakın bir yerde. 1914 yılında Şam’da uçak kazasında ölen ilk Türk hava şehitlerinin mezarlarıda Selahattin Eyyubi Türbesinin bahçesinde yani hemen yanıbaşında.

HİCAZ DEMİRYOLU ŞAM İSTASYONU
II. Abdulhamit zamanında projelendirilip hayata geçirilmiş bu istasyon. Resimde görünen lokomotif ise o dönemden kaldığı söylenen bir lokomotif. Şam İstasyonu Osmanlı-Hicaz demiryolunun en önemli noktalarındanmış bir zamanlar. Binanın içide dışı gibi görkemli çok hoş mozaiklerle işlenmiş tamamen Osmanlıyı hatırlatıyor. Şam gerçektende kocaman bir müzeyi anımsatıyor.

SON OSMANLI SULTANI VAHDETTİN'İN MEZARI
Bu mezar Süleymaniye Külliyesi içerisinde yer alan Son Osmanlı Sultanı Vahdettin'in mezarı. Burada Osmanlı ailesinden bir çok sultan ve şehzadenin kabirleri var. Gerçekten görülmeye değer insan bir tuhaf oluyor. Sultan'da olsa Padişah'ta işte koca bir taşın altında, topraklar arasında yatıyor. Bu mezarlığın bakım masrafları Türk Büyükelçiliği tarafından karşılanıyormuş. Bir başka önemli mezarlık, Şam Sahabi Mezarlığı. Mezarlıkta Bilal-ı Habeşi ve Cafer-i Tayyar Hz.’leri gibi iki büyük sahabinin ve Kerbela Şehitleri'nin türbeleri bulunuyor.

SEYYİDE ZEYNEP CAMİ
Kesinlikle görülmesi gereken yerlerden bir tanesi Seyyide Zeynep Cami. Yoğun ziyaretçi akınına uğrayan mekanlardan bir tanesi. Peygamberimizin (S.A.V) torunu, Hazret-i Ali’nin kızı, Hz.Hasan ve Hz. Hüseyin’in kızkardeşleri Seyyide Zeynep, adına yapılan cami ve içerisindeki Seyyide Zeynep türbesi, görenlerin cidden gözlerini kamaştıracak ihtişamda.
Onun adına yapılan bu cami, çok değerli malzemelerle süslenmiştir. Cami içerisindeki hat yazıları altınla yazılmış, cami duvarı ve tavanı kristal aynalarla kaplanmış. Resimde görülen cami kubbesinin dış yüzeyide edindiğim bilgiye göre 5 ton altınla kaplanmış. İran devleti tarafından bunun karşılandığı söyleniyor. İçerisine girdiğinizde gözleri kamaştıran pırıltılı ihtişam fotoğraf makinamın azizliğine uğradığından çok net çıkmamış:) Cami içerisine girdiğinizde dev bir hazine odasına girmiş gibi hissediyorsunuz, masal gibi aynen. Böyle bir pırıltıyı dünyanın başka bir yerinde görebileceğimi zannetmiyorum. Mütevazilikten uzak bu cami özellikle İranlı şiilerin akınına uğruyor.

Çoğunluğu İran'lı Şiilerden oluşan ziyaretçiler türbe içinde küçük kerbela taşı üzerine secde ediyorlar, türbenin duvarlarına , girişteki mermer kaplı zemine ellerini sürüp yüzüne götürüp buradada ağıtlar yakıyorlar.Kerbela’da şehit edilen 16 şehidin başının gömülü olduğu türbeleri ziyaretimde beni en çok etkileyen resimde görülen havuz oldu. Türbe avlusunda bulunan ve insanı ürperten bu havuzun özelliği, Kerbela şehitlerinin başlarının yıkandığı havuz olması.
Kerbela şehitlerine, Sünnilerden daha çok İranlı Müslümanlar rağbet ediyorlar. Yezid cehennemi boylasada, şehitlerin mekanı cennet olsada insan bu manzara karşısında ürperiyor. Allah rahmet eylesin şehitlere.

BOL BOL RESİM :)
Beşar Esad ve babası Hafız Esad'ın resimleri ve heykelleri Suriye'nin her şehrinde bol miktarda mevcut. Ben gittiğim günün olağanüstü bir gün olduğunu düşünmüştüm bunca büst ve resmi görünce. Meğer doğal haliymiş. Anlaşılan Suriye'nin demokrasi kalıbına oturması epeyce bir zaman alacağa benziyor bana göre, aksi halde bu kadar abartılı boy boy resim hayra alamet değil:)))

Şam'da modern bir Medrese binası.

Burasının Halep olması muhtemel, karşıdaki yeşil kubbeli mekana doğru ilerliyoruz. Sağ köşede tırmanışa geçen, kameraman cevat kelle misali bütün Suriyeyi camera kayıt nedeniyle ekrandan gören beyaz ceketli insan benim:)):)

Burasıda Şam, yine kalabalıklar içine karışan, sürü halinde dolaşmaya muhalif beyaz pembe karışımı kıyafetli, mekanın boy ortalamasını alt üst ederek ilerleyen, çekimden çekime koşan bir at diyesim geldi sözün gelişi:), pardon abide-i zerafet :))))


Akşam yemek yediğimiz yer Bab-el Dımeşk adında üstü açık ortası havuzlu restaurant. Oldukça büyük bir alana kurulmuş, yapay havuzlu, fıskiyeli, taş görünümlü dekorları olan huzur veren bir yer, Şam'ın meşhur bir dinlenme yeriymiş. Açıkçası gün boyu yerli halkın sosyal yaşantısına dair gördüklerimden sonra bu kadarını beklemiyordum. O kadar açtımki hiç birşey gözüme batmadı. Hava kararmıştı artık. Çekim yapacak gücüm olmadığından, resmi alıntı yaptım, bana ait değil ama mekan doğru mekan zannımca :) Kebaplar, Antep kebaplarını aratmayacak kadar lezzetli ve sıcacıktı. Çorbalar, ekmekler, kısacası menü çok güzeldi. Kendimi Şenay Düdek gibi hissettim şimdi valla :))) Onunda vardır ya, şu mekana gittim, şurda yattım, burda kalktım, levrek bi harikaydı, somonlu defne yapraklı bilmem ne şöyleydi böyleydi :)))) Şef bilmem kim ilgi gösterdi, garsonlarda çok nazikti, fiyat şuydu, mekanın yakışıklı patronu benim 100 yıllık dostum arkadaşım ve nazik eşi, şu mankende bilmem kimle löpür lüpür yemek yiyordu vs vs.. Bu maneviyatın içinde bu ayrıntılar için kusura bakmayın az gülelim istedim:)))
Fena bir iş değilmiş ama sadece parmaklarınız yoruluyor yazarken o kadar:))))

Kaldığım otelin adı, SAFİR. 5 yıldızlı bir otel ve Seyyide Zeynep Camine çok yakın bir mesafede. Bütün gün hem beden, hem beyin yorgunluğuyla otele ulaşacağım anı hasretle beklemiştim, açtım, yorgundum, uykusuzdum. Neredeyse 24 saattir uyumamıştım. İstanbul- Gaziantep- Halep- Hama- Humus- Şam şehirlerini benim gibi uykucu birinin hiç gözünü kırpmadan nasıl katetdiğini anlatmak çok zor:))) Resimde anlayacağımız ana tem'a, otelde ailemle yaptığım kahvaltı sonrası meyve yiyerek huzura ermeye çalışan ben.

Şam'da yeşil ve sulu bir mekanı görmek bile insanı serinletmeye yetiyor.


BİZİ ŞAM'DA BEKLEYEN DİĞER YERLER;
  • “Kediciklerin babası!” deyimiyle meşhur sahâbî, Hazret-i Peygamber (S.A.V) 'den en fazla hadis rivayet eden sahâbîler arasında bulunan Ebû Hüreyre. Hamidiye Çarşısı’nın gürültüsüne inat bir köşede uzanmış sessizce yatıyor kabrinde.
  • Bilali Habeşi Türbesi.
  • Hz. Yahya ve Zekeriya"nın, İbni Arabi"nin, Refia Sultan"ın Türbeleri.
  • Şam'ı tepeden gören Kasyun dağı. Kabil’in Habil’i burada öldürdüğüne dair mitolojik bir rivayet var buraya dair.
  • Süleymaniye Külliyesi; Mimar Sinan 1554 yılında Kanuni’nin emriyle yapmış.
-------------------------------------------------------------------------------------------------
Şam'da binbir gece masallarının yaşandığı romantik ve efsunlayıcı ortam kalmamış artık gördüğüm kadarıyla. Eski Osmanlı şehri yerini, çarpık yerleşimlerin bolca bulunduğu kara ve intizamsız binalara bırakmış. Kalabalığın, trafiğin korna sesleri ve burada dayanamadığım şarkı ve şarkıcının "Pala Remzi" nağmeleri birbirine karışıyor ve orada da beni buluyor.
Şam anlatmakla bitmiyor, ancak gidip görmek ve gezmek gerekiyor. Tabi tarihi bir kültür turu yapma niyetiniz var ise..
Beni şaşkına çeviren bir anıda;
Suriye sınır kapısında rastladığım İstanbul'dan bir iş arkadaşım:)
Farklı uçaklarda uçup, farklı otobüslerle tura katılıp, gecenin üçünde sınır kapısında pasaport sırasında tanıdık biriyle karşılaşmak ilginçti.
Anlat anlat bitmiyor yahu. Benden bu kadar, gerisi size kalmış.

26 Ocak 2008 Cumartesi

SURİYE- İŞTE ARŞIN İŞTE HALEP

İşte Arşın İşte Halep Ya Aşarsın,
Ya Biçersin Baktın Olmaz Vazgeçersin

Zordur Almak Bizden Kızı
Demişti Barış Manço, ya aşmalıydı ya biçmeli, yola koyulma zamanı gelmişti ve Suriye yolunda ilk durağım Halep'ti.

Halep, Gaziantep'in sınır komşu şehri olmasına rağmen ben buraya İstanbul'da yaşarken kısıtlı zaman içerisinde gelip gezme imkanı buldum. Halep Türk sınırına sadece 60 km uzaklıktadır. Evet bu kadar yakın, tabi bir pasaportunuz var ise:) Günübirlik tur imkanları oldukça yaygındır, üstelik Gaziantep'ten hususi taxi yolculuğu imkanıda mevcuttur. Ben, ailem ve eş dost ile birilikte 3 günlük bir tur gezisine katılmıştım. Yalnız sıcaktan kavrulmamak için mevsim olarak bahar aylarının tercih edilmesi yararınıza olacaktır:)

Suriye'de çok fazla Osmanlı izlerine rastlanıyor, özellikle Şam ve Halep Osmanlı ve İslam tarihinin kalıntılarını içinde barındıran zengin özelliklere sahip. Buraya sığdırmak çok zor olduğundan bir kısmını aktarabileceğim ancak.

Humus şehrine sabaha karşı ezan okunurken ulaşmıştık. Halid Bin Velid Cami'nin ihtişamı, havanın buz kesen donduruculuğu iliklerimize işlerken, ezanın mükemmel nağmeleri eşliğinde insanların koşarak namaza yetişme çabası beni şaşkına çevirmişti. Ramazan değildi, cuma değildi, bayram değildi, hava buz gibiydi, ee burası Eyüp Sultanda değildi:) insanlar araçlarını hızla parkedip camiye koşuyordu. Üstelik genç, yaşlı, kadın hatta çocuk her tür insan vardı. Sabaha karşın yapılan bu davete, icabetin bu kadar yoğunluğuna hiç rastlamamıştım neredeyse.
Soğuk öyle işlemiştiki içime, ellerim mütemadiye
n titriyodu bu resmi zor çektim.










Halep'te alışveriş çok uygundur. Yanınıza yüklü bir miktar para almanız gerekmez. Ülkemize göre fiyatlar kimi zaman 1/6, 1/4, 1/10 oranında değişiyor. Halılar, kilimler, kristaller, yiyecekler, giyecekler, turistik eşyalar inanılmaz uygun fiyata alınabilir. Halep ipekleriyle, sedef işeriyle, fıstıklarıyla, tatlılarıyla ünlüdür. Bütün bunları içinde barındıran ve alışverişlerinizi yapabileceğiniz en ünlü çarşılar Osmanlı döneminden kalan Kapalı Çarşı, Bab'ül Farac ve Tilel Çarşısı alış-veriş yapmak için uygun mekanlardandır. Halep'te Türkçe bilen esnafa çok rastlanır. Hiç yabancılık çekmezsiniz. Türkçenin dışında tabiki Arapça ana dilleri olamak üzere, Ermenice, Fransızca hala konuşuluyormuş.

Arkada görünen yer Halep Kalesi, Gaziantep Kalesine çok benziyor hatta bu kalelerin aynı kişilerce yapıldığı söyleniyormuş.

Sarı otobüs bizim tur otobüsümüz, elinde bir sürü postla dolaşan adamı tanımıyorum:))))

Ön plandaki çocuk Halep ahalisinden, adı Ammar. Otobüsün kalkma zamanını beklerken tanıştım onla. Halep halkı, özellikle çocuklar turistlere çok ilgililer. Ammar'la dil bilmeyenlerle konuştuğum meşhur cıbırca diliyle iletişim kurdum:)) daha önceleri yaptığım gibi:)

Ammar adresini bile bilmiyordu malesef, ona bişeyler gönderek mutlu etmek istemiştim. Uzaklaşamadığımdan oradan geçen satıcıdan bir oyuncak aldım çok sevinmişti. Şimdi daha büyümüştür. Belki o benle iletişim kurabilir.


Asi Nehrinin içinden geçtiği şehir Hama. Su dolabı şehride deniliyormuş. Yunus Emre'nin adına şiir yazdığı "dertli dolap" bu şehirde. Yazmaktada çok haklıymış bakarmısınız ihtişama.

Dünyanın en eski su değirmenleri niteliğinde olan ve halen dünyada 17 tane örneği bulunan dolap, eskiden şehre su nakli için yapılmış.

DEVAM EDECEK....

24 Ocak 2008 Perşembe

KİRLENDİ DÜNYA

Dünya iyiden iyiye kirlenmeye başladı. Hava, deniz, kara kirliliğinden bahsetmiyorum o apayrı bir konu. İnsan kirliliğinden bahsediyorum. İnsanoğlunun elini değdirdiği yerlere bir hal oluyor. Teknolojiyi hayırdan ziyade şerre kullanmayı tercih eden insanlar her geçen gün artıyor.

Her yerde olduğu gibi blog dünyasındada bu kirli insanlardan mevcut. Bloglardan alınıp izinsiz kullanılan resimlere, yazılara sık sık rastlar olduk. Desertwind- Nalan'ın en son başına gelenler gibi mesela. Evime hırsız girmiş gibi hissettim diyor, çok doğru bir anlatım, gibisi de fazla, resmen hırsızlık. Bu konunun benzeri daha önce benimde başıma gelmişti o yüzden çok önemsiyorum.

İnternet dünyasını isteyen istediğini gibi hareket edebileceği, hoyratça sorumsuz kuralsız davranabileceği bir ortam zannedenler iyice çoğalmaya başladı anlaşılan. Bunu yapanların iç dünyalarında sorunları olan insanlar olduğunu düşünüyorum. Üretemeyen, başkasını emeğine hakkına tevacüz edebilen insanlar. Böyle bir davranış şekli düpedüz hırsızlıktır.

Hak, hukuk konusunda bir çok kanun kural var. Diyelim ki hukuk kurallarından bir şekilde kaçtınız yada sizden kimse şikayetçi olmadı gereken payınızı alamadınız. Peki ya kul hakkının manevi yönü, hiç düşünülüyor mu?

Önemli bir konu kul hakkı, üzerine çok söz söylenebilir ama hakkın küçüğü büyüğü, gerçeği sanalı, maddisi manevisi olmadığına göre bu konuyu hafife almayı düşünenlere karşın aklıma gelen şu Ayet-i Kerim'e ile son cümleyi sarfetmek istiyorum.

"Kim zerre kadar iyilik yaparsa onu görür
(karşılığı verilecektir),
Kim de zerre kadar kötülük yaparsa onu görür
(karşılığı verilecektir)"

Zilzal Suresi 7-8

21 Ocak 2008 Pazartesi

DOĞUMGÜNÜM-MÜŞ

Doğumgünü kavramını önemsemeyenlerdenim. Sağolsun eşler dostlar hatırlayıp kutlayınca, evet yahu ben bugün doğdum ama bugünle yarın yada dün arasındaki fark ne olaki diye düşünüp geçiştiririm genelde. Süpriz partilere hayır demem tabi ki :)

Bu yıl doğumgünü kutlama planlarını reddettim. Kutlamayacağım. Duyum aldığım süpriz kutlamaları ise kibarca geri çevirdim.
Bugün benim doğum günümmüş,
Umursamıyorum.
Bu yıl geçmişi anacağım.
Yaş ilerledikçe böyle olur diyenleri hisseder gibiyim.
Yok yok ben oldum olası böyleydim.
Doğduğu günü, tanıştığı günü, nişanlandığı günü, evlendiği günü kısacası yıldönümlerini hatırlayıp ve o günü bir şölen havası haline dönüştürenlere hep gıptayla bakarım.
Napayım ben öyle değil böyleyim. Kova burcunun en gerçekçi olanlarındanım.
Nasılda acımtrakbir moda girdim hemen:)
Eski halime döneyim çabucak:)

Bir önceki doğumgünümü hatırlıyorum. Eş dost ile geçirdiğim doğumgünlerinde tercih ettiğim taze frambuazlı pastanın (belki fotosu çekilmiş 40 frambuazlı pasta vardır arşivde, bir tanesi yukarda) gına getirmesi nedeniyle, bir sonraki doğum günümde, ev yapımı kremalı incirli kek yapılmasını vasiyet etmiştim:) Sağolsunlar yerine getirmişlerdi geçtiğimiz yıl.
İşte o kek, incirli kek. İncirli keke bayılırım, özellikle kremasına.. Süslü püslü görüntüsü yoktur ama lezzeti harikadır. İncirli keki bilenler, neden frambuazlı pastadan vazgeçtiğimi daha iyi anlarlar :)


İncirli kek sonrası almış olduğum, ilk boncuklu hediye, hatta kullandığım ilk ışıltılı nesne. Hediyelerimden birisi kırmızı terlik, 39 number ayağıma olurmu olmazmı diye biraz endişe etmişler ama neyseki korkulan olmadı :) Üzgünüm arkidişlerim, bu boya bu ayak normal diyen sizsiniz :)



İncir, tarçın, ceviz üçlüsü birleşince enfes bir tat ortaya çıkıyor. İçi dışı yağ dolu hazır pastalardansa tercihimi kesinlikle ev yapımı pastalardan yana kullanırım.


Bu yıl ki pastamı ve hediyelerimi kimbilir belki de seneye anlatırım. İçimden bu defa böyle geldi, Ne yapayım ben böyleyim...

17 Ocak 2008 Perşembe

KEDİCİKLERLE YAŞAM (II)

Ne olurdu kedim olsa, şu yaralarımı sarsa, bıktım artık kedisizlikten diyenler (aa bu şarkı böyle değilmiydi yoksa:))) bu postu muhakkak okumalılar.
Bir kedi insan yaşamını değiştirebiliyorsa, iki kedi napar onu henüz yaşamadım amaaa şimdilik. Ben Tiger la yaşamaya başladıktan sonra yaşamım oldukça değişti. Belkide bana aşırı bağımlı bir kedi olmasının etkisi vardır.
Kedi beslemek düşüncesinin ilk aşaması, karar aşamasıdır. Bu aşama için evsel, insansal ve çevresel faktörler çok önemlidir. Elverişli olmayan bir faktör hem kedi için hemde sizler için yaşamı terz yüz edebilir. Çünki kediler kendi kararlarını uygulamakta ısrarcı olup sizin kararlarınız onları asla enterese etmez.
Bu duyguyu anlatmayı düşünmüyorum, o kadar zor ki..... Ben Tiger'ı anlatmaya karar verdim, duygu kısmını size bırakıyorum. Ne duyduğunuz size kalmış:)))))
Tiger, yani benim biricik kedim, klasik kedi normlarına göre birazcık farklı davranışlar sergilemekte diye düşünüyorum.
Miyavlamamasından anlamalıydım ilk başta:)


Mama isteyeceği zaman maaaaa sesi çıkarır. Mama kelimesini bilir. Evdekilere bunu ıspat etmem zor olmadı. Uyurken bile mama istermisin dendiğinde maalayarak hatta meeliyerek heyecanlanır ve mama kabına koşarak gider. Şaka yapmaya gelemez, aksi halde bu yeteneğini kolay kaybeder.

Tiger tam bir insanseverdir, kedilerden pek hoşlanmaz, evimize misafir olarak gelen yavru kedi karşısında Tiger'ın şaşkın bakışlarını gizleyemediği anlar yukardaki resimde:))

Top oynamaya bayılır. Top oynarmısın Tiger dendiğinde, hemen evin orta yerinde kulaklar dik patiler bir adım önde pozisyon alır ve topu atmanızı bekler. Top, kırıştırılmış küçük bir kağıttan yapılmıştır. Bulunduğunuz yerden topu uzağa atarsınız, bir kaleci misali yükselerek karşılar ve onu ağzıyla koşa koşa size getirir. Bu oyunu dakikalarca oynamak ister. Top önünüze kadar gelmiş ve siz kazara tv ye dalmışsanız cırtlark bir meeeee sesiyle uyarıda bulunur.
Kucağınızda uyumasını istediğinizde gel gel gel Tiger dediğinizde koşarak nerede olursa olsun gelir kucağınıza yerleşir.

Hayır Tiger, komutundan hiç hoşlanmaz, gerilenerek üzerinize atlar, güldüğünüzde bu saldırılar daha sert olarak tekrar eder:)

Whiskas mama haricinde yediği şeyler çok azdır. Ülker çikolataya bayılır, hani kırmızı kabın içinde tane tane olan varya ondan. Başka marka sunduğunuzda koklamaya bile tenezzül etmeden geri döner gider. Antep baklavası, şöbiyet, fıstıklı burma kadayıfı, şiş kebap, haşlanmış tavuk göğsü, tavuk ciğeri, ton balığı yedikleri arasındadır. Bunlarda küçük parçalara bölünmelidir. Yağ, deri, kıkırdak, ciğer, kıyma et, sert et, çiğ et asla yemez.

Kimselere kendini ellettirmeyen Tiger haplarını, ilaçlarını uslu bi şekilde yutar, içer. Hemde homurdanarak. Bilir ki eninde sonunda onları yutacak.

Saklambaç oyunu sevdiği oyunlar arasındadır. Bu oyunun kurallarını bilmeyen zarara uğrayabilir. Siz yorulursunuz, onun küçücük bedeni yorulmaz.

Market dönüşleri heyecanla bir o poşete bir bu poşete doğru koşar, onun sevdiği yiyecekler alınmışsa hemen ikram edilmelidir, yoksa gerilebilir. Helede paketlerden Whiskas yaş mama çıkarsa değmeyin keyfine. Her dışarı çıkışınızda sizi hemen kapının arkasında özlemle bekleyecektir.


Yasak bölgelere asla girmez, kiler gibi, banyo wc gibi, mutfak gibi. Evde kimse olmasada mutfağa güvenle yiyecek bırakılabilir.


Tuvaletini, kumu haricinde başka bir yere asla yapmaz. En azından şimdiye kadar hiç vukuatı olmadı.

Yaramazlık derecesi arttığında, artık çığırdan çıkmışsa onu bir tek kolonya korkutabilir. Annemin en sevdiği komut budur. Tiger çiçek yapraklarını bir yandan anneme bakarak okşarken, annem, Tiger kolonya geliyo der demez fırtına olur odasına koşar. Bunu tekrarlarsa kolonya şişesinin kapağını açmakla, daha ilerisi bulunduğu yere bir damla kolonya damlatmakla olayı kökünden halletmiş olursunuz.

Çoğu kedi çiçeklerin dibine tuvaletini yapmaya kalkışır biz bu sorunu çiçeklerin dibine portakal limon kabuğu koyarak çözmüştük. Çünki turunçgiller Tiger ın gözünü kamaştırır yaklaşamaz.

Gece ışıklar söndüğünde uyku moduna geçer sabaha kadar insanlar gibi uyur. Uyanma süresini aşarsanız dolapların kapağını açıp içine girmekle tehdit eder. Velevki uyunmadınız, uyandığınızda dolabın içinde askıların üzerinde sizi oturarak bekler.

En zor anlarınızda bile yanınızdadır. Hiç bir menfaati olmadan, riyasız, masummane, müteşekkirane. Gözyaşlarınızın tüylerini ıslattığı anlarda bile o size sizi koklayarak cevap verir mırıldayarak. Gözlerinizin içine bakar taa en derinlere. Konuştuklarınıza nağmelerle cevap verir her defasında. Yumuşacık tüylerini okşadığınızda hissettiğiniz bu sevgi size cennettede benimle ol emi kedicim dedirtir.

Daha ne olsun Nalancığım :)

Sırtına binip kırlarda bayırlarda hop hop gezdirir demek isterdim, hatta bi koşu marketten bir ekmek alıp getiriverir diyebilmeyi, sen evde yokken etrafı toparlayıp yemek yapar diyebilmeyi, yorulduğun anlarda getir götür işleri yapıyor diyebilmeyi:)) Malesef... bol bol keyif yapar, sende keyifle seversin onu. Evde sevimlimi sevimli bir canlı görmek istiyorsan, bununda yaramaz bir tüy yumağı olmasını tercih edersen işte o zaman bir kedicik al derim:)))

14 Ocak 2008 Pazartesi

OLSAM OLSAM NE OLURDUM SOBESİ


Sevgili ab-ı hayat'tan gelen sobeyi cevaplamadan uyumayayım dedim. Teşekkür ederim sevgili Bengisu. Bu isme bayılırım bu arada. Bir kaç eklemede ben yaptım. Şimdi sağım solum sobeee bi iki üç dört beş altı........

Yemek olsam ne olurdum?
Sanırım Osmanlı Mutfağının en gözde yemeklerinden biri olan Hünkar Beğendi olurdum. Sultanlara layık bi yemek derler ya aynen öyle. 700 yıllık, asil ve çok lezzetli bir yemek. Bari yemek olmuşken tarihi bi yemek olayım dedim:)). İstanbul Fındıkzade'de Reyhan isimli sade bi restaurant ta bu yemeği çok güzel yapıyorlar. Lavantin Hünkar Beğendi denedinmi hiç?

Renk olsam ne olurdum?
Sarı olurdum, altın sarısı.
Duruluğu saflığı hatırlatıyor bana. Oldum olası koyu renklerden hoşlanmam. Sarı bana aydınlığı, güneşin, doğanın ışıltılı rengini anımsatıyor.

Müzik aleti olsam ne olurdum?
Bağlama olurdum. Şu dolabıma yaslanıp duran bağlamam olurdum dile gelirdim belki. Ne türkülerle tıngırdardım, buda gelir buda geçer ağlamalar, kara trenler, ayrılık türküleri, hüzünlü aşk, hasret türküleri, bam telim içli içli titrerdi, delicesine şelpe çalınmak isterdim.......aahhhhhhh ahhhhhhh bir ah çekerdimde karşıki dağlar duyardı belki....

Aylardan hangisi olurdum?
Nisan olurdum. Doğanın yeniden dirilişine şahit olunan ay. Kupkuru ağaçların, toprakların yeşerdiği, canlandığı, çiçeklendiği ay. Kara kışın bittiği, yeni başlangıçların yaşandığı, yeniden doğuşu hatırlatan, ilkbaharın simgesi.

Ayakkabı olsam ne olurdum?
Ayakkabı olsam babet olurdum. Sevimli, şirin bebek potinlerini andıran babetler. Uzun boylu olduğumdan bazı ortamlarda Gülüverin Seyahatlerinin benzerini yaşamamak için çoğu zaman tercih ettiğim babetler:)

Kıyafet olsam ne olurdum?
Cemil İpekçi'nin tasarladığı, Osmanlı çizgilerini taşıyan özel bir gece kıyafeti olmak isterdim. Olduğum bu kıyafetin Tiger'ın insanının üzerinde taşımasını isterdim:) Çok şeymi istiyorum:))
Belki çağrıma cevap verir İpekçi dimi:)

Araba olsam ne olurdum?
Karavan olmakla F1 yarış arabalarından biri olmak hususunda kararsızım. Hız yapmayı severim Ferrari pilotu olmak fena olmazdı. Felipe Massa'yı solladığımı düşünüyorumda, Alonzo arkamda kalmış, hiç fena fikir değil. Karavan olup sakin sakin geze toza kıyı kıyı dolaşmakta var ama..... Arasıra Ferrari ara sıra karavan olayım en iyisi.

Hayvan olsam ne olurdum?
Leopar olurdum. Çok sevimli buluyorum. Özellikle kürkü o kadar güzel yaratılmışki hayran kalıyorum seyrettikçe.

İnsan olduğum için şükürler olsun, başka bişey olmayı düşünmek bile ne sıkıntılıymış.
Bende birilerini sobeleyeyim bari. Lavantin'ciğim birisi sen olurmusun? Bir diğer sobelediğim arkadaşım desertwind Nalan sen olurmusun?

13 Ocak 2008 Pazar

KEDİCİKLERLE YAŞAM (I)

Kediciklerle yaşamak emek ister, sorumluluk ister, çaba ister, en başta da kalbin onlara karşı sevgi ile dolu olması gerekir. En önemlisi de insanın kendinden veya kendi türünden başka bir canlıya aşkı yürek ister. Bilmem daha ötesi varmıdır bu sevginin tarifinin.

"Bende severim ama uzaktan" gibi göstermelik sözcükler bu sevginin yanından bile geçmemiştir. İnsan sevdiğini uzaktan sevmez mümkünse en yakından, daha mümkünse aynı evde, aynı odada görmek ister. Hatta ona dokunarak bu sevgiyi gösterir. Bunun da ötesi yoktur, uzaktan sevenlerin! kulakları çınlasın! :))

İnsan dışında bir canlı sevmenin insana, insan olmasına katkıları yadsınamaz. Mamafih:) bu konuya "hayvan sevmek cennete girmeye vesiledir" hadisi ile dinimizde önemini ve mükafatını belirlemiştir.

Gelgelelim evinizde ev hayvanı, özellikle de kedi, köpek barındırmanın bir takım kişilere göre değişen olumlu yada olumsuz yönleri vardır.


Önce olumsuz gibi görünen yönlerine bakalım(Bunlar bir kedisever için asla olumsuzluk değildir)
  • Evinizde bir kediniz var ise aynı evde bir bitkiniz olamaz:))) olsada bitkiye benzemez. Toprakları halıda görebilirsiniz, dilimlenmiş yaprakları ise bir başka hava katar evinize:)
  • Tatile gitmek sizin için işkence haline dönüşebilir. Tabi yanınızda götürme imkanınız var ise o başka. İmkanınız var olup kediniz buna uyumlu değilse -Tiger gibi- o zaman işiniz zor demektir.
  • Evinizin her tarafına homojen olarak dağılan tüyler, gelen misafirler açısından sizi bazen mahçup duruma düşürebilir. Ya da gardolabınızda ki her kıyafetinizde muhakkak bir kedi tüyü vardır, kazaklarınız kırçıllı olmadığı halde kırçıllı hale dönüşebilir bir süre sonra. Eee kırçıllılar bazen moda olmuyor mu:):)
  • Yazın tuvalet kumunu balkona veya bahçenize koysanızda kışın o kum evin içine girecektir. Sık sık değiştirmezseniz davetsiz misafirlere karşı yüzünüz hafif sırıtık bir hal alabilir:)) Her ne kadar da kumun hijyenik, koku çekme özelliği de olsa..
  • Elleriniz tırmık izi olduğunda bunu görenlerin ayyyy ne fenaaa neden izin veriyorsunuz bunaaa şeklindeki acaip tepkilerine cevap bulmanız zor olabilir.
  • En kötülerden biri yatılı misafir olayıdır. Hem yatıya gelip hem size kedinizden dolayı gösterdiği tavırlarıyla eziyet çektirenler olacaktır.
  • Korkan veya korkma taklidi yapan insanların, evinizde bir kaplan besliyormuşsunuzcasına anormal hareketleri can sıkıcıdır.
  • Aaaa bunun evde ne işi var atın bunu şeklindeki tavırlar tüylerinizi diken diken yapmaya yetecektir. asıl senin burda ne işin var dersiniz ama içinizden:)
  • Ay bide buna mama mı alıyosunuz yazık ne masraf diyenlere, yahu sen etleri otları löpür löpür götürürken bu minnacık kedinin yediği mi gözüne batıyor, hem sen mi alıyosun der gibi olursunuz ama diyemezsiniz:))
  • Kedi kılı ciğerine saplanır, hasta olursun gibi batıl inanışlara karşın kedi tüyünün hastalık yapmadığı, aşılamanın önemini, bahsedilen hastalığın riskinin kedilerden çok insanlardan veya başka şeylerden bulaşma riskinin daha fazla olduğunu anlatırsınızda yine döner dolaşır yok yok yinede tüy bu beynine gider der ya işte o zaman gözleriniz döner döner öylece kalakalırsınız.
  • Erkek arkadaşınızın, sevgilinizin, nişanlınızın ilk tepkisi şu olabilir, "lütfen bak ona dokunmayacaksın, elini sürme, söz ver bana". Ona vereceğiniz tek cevap "yahu sen git önce kendi elini yıka sanki kediden daha temizsin":)). Bir kedi bir erkekten daha temizdir kalıbımı basarım:)))
  • Aklıma gelen en komiği ise kedinizi şapır şupur öperken, görmez yanınızdan annenizden gelen sağ yada sol kroşe bir darbe ile sarsılabilirsiniz:))))))
  • Aşı zamanlarında onu taşıma çantasına koymak için fellik fellik kovalayıp çantasına güç bela koyduktan sonra vet hekime götürmek sonrasında aşısını pıhlaya gurlaya tıslaya yaptırmak bir saatte binlerce kalori kaybetmenize neden olabilir.
  • Kızgınlık döneminde çıkardığı seslerden etrafa duyduğunuz mahcubiyet ise bir başka olur.
  • Misafir çocuklarının kedinizi rahatsız etmesini istemezsiniz, uyardığınız halde uğraşmaya devam eden çocukların tırmık izi ile annelerine ağlayarak geri dönmelerine mani olamazsınız bazen:)))
  • Ay bari cins kedi besleseydin bu ne düm düz kedi diyen ırkçılar da çıkacaktır. Yapacağınız tek şey sakin olmaktır:)
  • Bu maddeyide siz ekleyin......

Pek tabi ki gülü seven dikenine katlanır. Bazen bir takım olumsuzluklar sizi kedinizle birlikte ıssız bir adada yaşamı tercih etmenizi aklınıza getirebilir. Neyseki, onun yumuşacık tüylerini okşamak bile herşeyi unutturuyor. İyi ki kedim var. İyi ki o Tiger.

8 Ocak 2008 Salı

GERÇEK BİR HİNDİSTAN MASALI

Hindistan'lı bir aileyi ziyaret etmem için sevkedildim. Biliyorum biraz tuhaf bir giriş oldu ama uzun hikaye olduğu için olayın özüne bir an önce gelmek istedim. Bu aile müslüman hintli bir aile idi. Yemeğe davetli olduğumdan biraz endişeli yola koyuldum. Bu yemek eğer benim tahmin ettiğim türden ise aç kalmak bir yana çokda ayıp olacaktı. Daha kötüsü durumun en endişe verici yönünü de yolda öğrendim. Evin genç ve güzel hanımı, benim ümit ettiğimin tersine, kendi dilinden başka tek kelime bile başka bir dil bilmiyordu. Dehşete kapılmıştım ama muhakkak ingilizce bir kaç kelime biliyordur canım diyerek kendimi teselli ettim. Eve ulaştığımda geleneksel hint kıyafetli evsahibem beni karşıladı. Gerçektende saçları ortadan ayrılmış esmer güzel bir kadın karşımda duruyordu, kollarında bir sürü renkli bilezik alt üst kıyafeti parlak ve başında shawl yani şalıyla. Nasıl selam vereceğimi şaşırdım önce, sonrasında ortak yönümüzün müslüman oluşumuz olduğunu hatırladım ve selamun aleyküm dedim, ileriki dakikalarda ki anlaştığımız tek kelimenin o sözcük olacağına inanmak istemeyerek.
Beni ayrı bir odaya aldılar. Yer minderlerinden ve etrafta hintlileri anımsatan eşyalardan oluşan bir oda. Oturduk, ümitlerim tükenmemişti hala, hal hatır cinsinden sorular sordum yok yok gerçektende tek kelime Ingilizce bilmiyormuş. Sessiz sinema yöntemiyle anlaşmayı denedik daha başarılıydı:)) Süper bir fikirdi farzedin ki duymuyoruz ve konuşamıyoruz ama biz sohbeti koyulaştırmıştık bile.
Derken bütün insanlığın en ortak yönü olan yemek faslı geldi çattı. Bunuda atlatırsam veda bölümüne ramak kalmıştı:)))) Yer sofrası açıldı. Oda ilginçti, ben buralarda göremedim öyle bişey. Mutfak havlusunun büyük boyutu, ama naylon olan sofradan bir kullanımlık koparıldı ve yere serildi. Çizgili bişey. Ve ikramperver evsahibem tabak tabak yiyecekler taşımaya başladı. Yardım teklifimi reddetti. Sofra tamam olmuştu ve korktuğum başıma çoktan gelmişti. Bir kapta ezilmiş kahverengi tanımlayamadığım bir yemek. Diğer kapta pilava benzer ama içinde acaip maddeler gördüğüm bir başka yemek. Ve diğer hatırlayamadıklarım:)) Bayıldım zannetmeyin canım durun sizde aaaaaa. O kadar ki içecek olarak sunulan ne ayrana ne süte benzeyen içecek bile pembeydi:))
Bir ondan bir bundan güç bela yemeye çalıştım dost hatırına ama bir de bana sorun fear factor e katılmakla eşdeğer olmasa da benzer vakıaydı:)) O pembe içecekten de içtim bu arada :)) ne olduğunu soramadığıma mı yanayım, ne yediğimi bilmediğime mi..
Evsahibemin o canhıraş yakın davranışları benim için her şeye değerdi gerçekten ama gelin görünki yemek faaliyetimiz olmasa daha iyi olacaktı. Pilava benzettiğim yemeği kaşık kaşık yemeye çalışırken içinde rastladığım siyah zeytine benzer tortulu hatta dikenli tırtıklı gibi bir maddeye rastlayınca duraksadım. Sormaya çalıştım anlamak ne mümkün. Kadıncağız eline aldı anlatmaya çalıştı ve sofranın bir kenarına koyuverdi. Tokum, midem rahatsız vs vs şekilde anlatımlarla çekildim sonunda yemekten. Ama o siyah maddeyi unutamıyordum, ne ola ki, ot değil, baharat değil, patlıcan değil, hiç bir şeye benzetemiyordum. Türkçede değil dil olarak görüntü olarak bile yoktu karşılığı:)))
Sofra toplama zamanı.. Sizce bir Türk bu kadar ikram karşısında sofra toplamaya yardım etmez mi. Eder tabi hatta bütün engellemelere ve ısrarlara rağmen. Sofradan aldığım bir kaç tabağı mutfağa doğru götürmeye koyuldum. Mutfağın kapısındayız ben ısrarla içeriye bırakayım diye direniyorum kadıncağız kapıda elimden almaya çalışıyor ama kazanan ben oldum ışık yandı ve ben gördüğüm manzara karşısında oracıkta kalakaldım, kabus olmalıydı bu :)))::))):((:)))!!!???!!!@&&:)
Tezgahın üstünden kaçışan karafatmaların sayısı siz deyin yüz ben diyeyim bin, abartıyorum tabi:)) sayamadım bilmiyorum bu kadarını bir arada hiç görmemiştim :) Hemen kendime geldim tabakları nasıl bıraktığımı bilmiyorum. Odaya döndüm. O siyah maddenin gördüklerimden biri olmaması için dua ettim yapacak tek şeyim buydu. Bir süre sonra misafirliğimi sona erdirdim.
Aradan o kadar zaman geçmesine rağmen zihnimde hala o pilavdan çıkan siyah maddenin ne olup olmadığı hususunda gördüklerimden sonra şüphelerim dinmedi. Yıllardır da bu şüphe iyi yönde gelişmiyor:)
Umarım yanılıyorumdur:)))))
Sabırla okuduğunuz için sizi kutluyorum:)) Finali iyi bitirmek isterdim ama kader burada da ağlarını çoktan örmüştü bile üzerime:))):)

6 Ocak 2008 Pazar

BİZİ KİM, NE KURTARIR?


Bugün, Üniversite Hastanesi'ne hasta ziyaretine gittim. Plastik Cerrahi bölümüne geldiğimde upuzun koridorun en son odasına ilerlerken, koridora bakan duvarı tamamen cam olan bir odanın önünde kalakaldım. Filmlerde gördüğüm sahnelerden bir tanesi yaşanıyordu. Üç beş doktor hastanın başında kalp masajı yapıyorlar ve yorulan bir diğerine devrederek hastayı geri döndürmeye çalışıyordu. Ardından elektro şok verildi yine olmadı, olmadı. Öylece kalakaldım, insanoğlunun ne kadar aciz bir mahluk olduğuna bir kez daha şahitliğim oracıkta gerçekleşiyordu. Ayaklarım bulunduğu yere çakılırken gözümün önünde hayata dönderilmeye çalışan cesetin yerine bir an kendimi koydum. Ruhum cesetten ayrılıp tepeden olan bitene bakmaklığım sergilendi karşımda. Bir gün bende bunu yaşayacağım kaçış yok dedim içimden. Her nefis ölümü tadıcıdır bunu biliyoruz ama hiç ölmeyecek gibi duruşumuz neden?

Malesef Azrail az önce oradaydı ve çabalar sonuçsuz kaldı, o geri dönmedi, ebedi mekana çoktan göçmüştü. Koşar adımlarla yaklaşan bir gencin ayak seslerine irkildim. Başınsağolsun denildi etraftan ve oracığa, duvara dayandı, omuzları düştü, başı yerde, yüzünde derin bir acı ifadesi, anneciğinin ölümünü böyle karşıladı soğuk bir hastane koridorunda.

Yıllarca yatalak olup yaralardan vücudu delik deşik olan insanların yüzündeki acıyı gördüm orada. Farkımız ne idi? Küçücük bir fonksiyon eksikliği onları yatağa bağımlı kılmıştı. Ne kadar da aciziz küçücük bir mikroba koca bedenimiz yenilirken, kendimizi hala nasıl yenilmez hissedebiliyorduk.

Her geçirdiğim günün kabire beni biraz daha yaklaştırdığını düşündüm. Ölüm her an ensemde bekliyor, belki bugün, belki yarın, belki daha yakın. Ölümden kurtuluş yok ise, çaresi olmalı...

Sizce bizi ne kurtaracak? Bütün ömür çalışıp çabalayıp dayadığımız döşediğimiz evimiz mi, hoşça vakit geçirip eğlendiğimiz dostlarımız mı? Annemiz babamız kardeşlerimiz mi? Kariyer peşinde koştuğumuz işimiz mi? Uğruna herşeyi yakıp yıktığımız ideallerimiz mi? Sizce bizi kim kurtaracak?