30 Aralık 2007 Pazar

İLK SOBEM PATİCİKLER'DEN

Sevgili Paticikler- yağmur damlası beni sobelemiş pazar gününe denk gelmesi iyi oldu:) İki ayrı sobe var ama ikisinide kapsamım alanına almaya karar verdim. Kısa kısa yazacağım.

Hayatımı anlamlı kılan yedi şey;
1-Beni her durumda ayakta tutan inancım (Risale-i Nur'ların katkısıyla) ve onun beslediği metanetim, duruşum, ümitlerim, en önemlisi bu beden, bu beyin, bu düşünce ve fikir, bu ufuk, bu bakış, bu hayat.. iyiki bana verilmiş ve iyiki farkındayım.
2-Ailem; sapasağlam yanımda olmaları herşeye bedel benim için.
3-Özgürlük ve Demokrasi anlayışım; Özgürlüğüm herşeyim,ekmeksiz yaşarım, hürriyetsiz yaşayamam düsturunun bende çok derin yeri var. Demokrasiyi yaşamımda esas tutarım, tahakküme, baskıya, dayatmanın her türlüsüne karşı savaşırım.
4-Kedim Tiger; En doğru zamanda hayatıma girip yada girdirilip bana onun sevgisini yaşama şansı verildi. O varken hayat daha güzel.
5--Vazgeçilmez teknolojilerim; Bilgisayarım, arabam, telefonlarım, tv'm, cameram...
6--Odam; Kendime ait sistemim, sığınağım, oyuncaklarım, doyumsuzluğumun ifadesi olan hiç bir yere sığmayan, benim için maddi manevi değeri olan, kıyafetlerim, ayakkabılarım, terliklerim...
7-Bitmek tükenmek bilmeyen dünyayı gezip görme ve seyahat arzum; Yapabildiklerimle kalmam ümitediyorum.
Ekliyorum;
8-İşim;Şimdi içinde olmadığım ara verdiğim mesleğim.
9-İstanbul;İstanbul'da yaşamak değil, İstanbul'u yaşamalı işte o zaman İstanbul'da yaşadım denilebilir. Yaşamımdaki yeri yadsınamaz.
10-Bu da bende kalsın...????!!!! :)))


Diğer Sobe;
Ben küçükken; Daha önce büyük olduğumu ve sonradan küçüldüğümü zannederdim. O yüzden ben büyükken diye cümleler kurarmışım:)) (O zamandan tuhafmışım:)
Ben aslında; Değerli bir insanım:)) Kendimi seviyorum..:))
En saçma huyum; Çok var ama bir tanesini seçecek olursam, zeytin yemiyorum neden olduğunu da bilmiyorum.
Bence cep telefonu; Vazgeçilmezdir ama açma kapama butonu olsun, iletişim kurayım yeter, kullanmadıkları, hakkını vermedikleri halde acaip, fonksiyonlu, pahalı cep telefonu kullananları yadırgarım. Abartmaya ve görgüsüzlük yapmaya gerek yok diye düşünürüm.
Aşk bence; Aşk diye bişey yok demek isterdim. Varsa da faydası yok, sürekliliği yok. Kavuşulamayana duyulan tutkudan ibarettir. Kavuşunca son bulur. Bir süre mutluluk verir sonra ya acıya dönüşür yada yok olur gider. Sevgiye dönüşüp hiç bitmeyene sözüm yok.
En sevdiğim bloglar; Yemek blogu; Lavantin (seni seviyorum, sana hayranım, yemek meleğisin sen, bunları yapan insan olamaz diye tanımladığım, bende tezahür etme fırsatı bulamayan bu yeteneği üzerinde taşıyan şahıs). Seviyorum ki diğer bloglar listemde :))


Son olarak yeni yılın hayırlara vesile olmasını temenni ediyorum ülkem ve insanlık adına.

24 Aralık 2007 Pazartesi

BAYRAMDAN SONRA

Oh be sonunda bayram bitti. Bir yıl sonra Allah Kerim. Bir daha ki Kurban Bayramını evdeki etseverlerin beni bezdirmesi nedeniyle uzakta biryerlerde geçirmeye karar verdim:) (Bu kararı hep alıyorum ama tilkinin dönüp dolaşacağı yer yine kürkçü dükkanı misali koşa koşa eve geliyorum)
Verdiğim bir kaç kiloyu tez zamanda alırım umarım. Bayram da giydiğim ceketin içine düşüp, eteğin yerlerde süründüğünü görünce biraz süzüldüğümü anladım.
Nasıl bayramda zayıflanır diye merak edenlere şunu söyleyebilirim; çiğ etleri bir arada görünce dönen başım bir kaç gün dönmeye devam etti. İkinci gün ise etler yerlerine ulaştı biraz daha rahat bir şekilde şöyle bir kahvaltı yapayım derken sofraya oturmadan önce balkon kapısının perdesini aralayıp gökyüzüne bakmak isterken gördüğüm o manzara beni kahvaltıdan da mahrum bıraktı. Benim neyime dışarıya bakmak. Balkonda duran kelleyle gözgöze gelince benim için ikinci gün de yalan oldu kaba tabirle:) Öyle böyle kazasız belasız çok şükür bayram sona erdi. Nice bayramlara bana ve size..
Bugün kendimi dışarıya attım, iyide geldi. Bayram etkileri hala sürüyordu etrafta, hatta yılbaşı çalışmaları başlamış hararetle şehirde. Telefonuma gelen bayram indirimlerini yoklamak amacıyla mağaza gezdim bir süre. Alışveriş merkezine girmek üzereyken kapının önüne konuşlanmış elinde gazetelerle entel görünüme yakın bir genç yaklaştı. Selam verdi ve elindeki engelliler yararına sattığı gazeteyi uzatınca geri çeviremedim. Ayaküstü kısa muhabbet merak ettiği üç beş soru gülümsetmeye yetti. Hocam buralımısınız sorusunun cevabı hayır dı. Peki öğretmenmisiniz hocam. Yine hayır. İşte o soru :) bir adım geriye attı ve ayaklardan yukarıya şöyle bir süzdü. O zaman bakacak olursak siz manken olmalısınız abla:))))) Uzun ömürlü ol çocuk bastım kahkahayı:)))
Alışveriş merkezi çıkışında karşı yola geçtim. Beni karşılayan bir teyze bir şeyler anlatmaya çalışıyor algılayamıyorum. Yanındaki genç bayan olayı özetledi. Brillant mağazasında nevresim ucuzluğu varmış ama her bir müşteriye ancak bir tane satıyorlarmış ikinciye izin yok:)) Eee.. Şu parayı alsanda kızım bir tanede sen alsan pembe yada mor olanından:)) Yahu bu Antep insanı ne hoş. Yolda yürürken rastladığım en komik talep. Acaba kamera şakası falanmı dedim ama karakterler çok gerçekciydi. Kendimi Brillant mağazasında pembe nevresim seçerken buldum, teslim etmek için dışarıya çıktığımda binbir dua minnetle karşıladı teyze beni. Ne önemliymiş. Ama önemli olan bir şey vardı benim için teyzemden aldığım dua. Uzaklaşırken bile hala sesi geliyordu Allah ne muradın varsa versin kızım Allah....
Bir kahkaha daha attım kısa günün karı:))
Birde BİM nostaljisi yaşamak istedim ve girdim Bim'e. Orada her zaman çikolatalar taze olur. Özelliklede temel gıda maddeleri. Arada promosyon malzemeler gelir. Bir zamanlar Çapa'da Bim'e gelen promosyon okey takımını yüklenip gelen ev arkadaşım, bir süre sonra Tavla gelmiş onuda sen alacaksın diye psikolojik baskı yapmıştı:) hala gülerim.
Eve döndüğümde hava kararmıştı, kapıdan girişimle Tiger meeeleyerek geldi poşetleri bir bir gözden geçirdi. Tiger miyavlamasını bilmeyen bir kedigil. Mii sesi mee sesi ve maaa sesi çıkarabiliyor sadece :) İnsanımsı kedim benim.

Not: Son zamanlarda bir türlü resim ekleyemiyorum bilgisi olan varmı ki?



20 Aralık 2007 Perşembe

EID MUBAREK, HAPPY BAIRAM

Tüm insanlığın ve özellikle blogcuların :) bayramını kutlar hayırlara vesile olmasını temenni ederim.
Kimimize göre Kurban Bayramı, besili bir hayvanı kesip, biçip kebaplık yerlerini ayırıp, çiğköftelik bölümlerine ayırıp, işkembesini kelle paça yapıp, şişe sıra sıra kuşbaşıları dizip mangalı püfür püfür yellemektir:))
Kimimize göre Kurban Bayramı, bütün sezon çalışmışlığımızın verdiği tatil arayışıyla, bulunduğumuz yerden uzaklaşıp beynimizi dinlendirmek için nezih bir yerde, bir tatil fırsatıdır:))
Kimimize göre Kurban Bayramı, bir kaç hafta önceden evimizin dip bucak bütün noktalarını ve yüzeylerini ovalayarak parlatıp, gıcır gıcır yapma fırsatı yada eziyeti çekip bayram gününü yorgunluktan bitap düşerek bir kenarda yere paralel olarak geçirmektir:))
Kimimize göre Kurban Bayramı, ciciler biciler giyip, takıp takıştırıp, bütün eş dostu teker teker ziyaret edip, Allah ne verdiyse yiyip içip, sergilenmiş bütün marifetlerden tadıp, şekerler, tatlılar, kebaplar, börekler arasında gidip gelip, dolaşmaktan ayakları şişip, yemekten midesini perişan etme günüdür:))
Kimimize göre Kurban Bayramı, bütün gün, bütün bayram evde bekleyip, zil ha çaldı ha çalacak diye tedirgin tedirgin bekleyip, gelen misafirleri öpüp koklamaktan ve mutfakla salon arasında gidip gelmekten başı dönüp, bir kez dahi dışarıya çıkamamaktan hayıflanıp durma zamanıdır:))
Kimimize göre Kurban Bayramı, kapı çaldığında nasibine düşen payını konu komşudan bekleyen, bütün yıl bir yada iki kez et yiyebilen ve çoluk çocuğuna giysi, potin, çikolata vs şeyleri zor zekat temin edebilen, keskin ayazda içeriye soğuk giren aralıkları kapama çabası olanların bekleştiği gündür:((
Kimimize göre Kurban Bayramı, bir yönüyle insanlığın birliği, bir yönüyle de bütün alemin zerrelerinden gezegenlerine ve galaksilerine kadar tevhid hali, ortak sıfatımız olan "mahluk" oluşu, bir bütün olarak hissetmek, Kainatın Sultanı karşısında hiçliğimizi, yokluğumuzu birlikte idrak etmektir. O'nun azamet ve kibriyası karşısında yok olmak, "hiç" olmak ve kurban olmaklığımızı topyekün yaşamak, Rububiyet-i mutlakı alemle birlikte hissettiğimiz, her şeyin O'nun için, O'nun yolunda, O'nun isteği ile var ya da yok olması gerektiğini, bu yoklukla gerçek varlığı bulacağını hissettiğimiz haldir, O'nun malını O'na iade etmekle, O'nun bize müşteri olmasının verdiği sonsuz şeref ve muhteşem iltifatın hazzını yaşamaktır.
Bu bayramı ortak bir ruh ile ve bütün kainatla birlikte hissetmeyi her birimize nasip etsin. Amin!
Ya sizin için bayram ne ifade ediyor?

15 Aralık 2007 Cumartesi

BİR AVRUPA YAKASI VAKIASI

Hani hayatınızda hep gülümseyerek hatırlağınız tipler vardır. Tanımaktan ve aynı zemini paylaşmaktan memnun olduğunuz ve onu sonradan anladığınıza inandığınız her aklınıza geldiğinde de başınızı yana sallayarak gülümsediğiniz.
Ferah Güneri ... Kolay kolay rastlanamayacak o adam.
2002 nin şubatı. İş görüşmesini yaptığım ama kim olduğunu ilk başlarda çözemediğim kişi. Yeşil papyonlu, yeşil desenli gömlekli, pantolon askısı ona uyumlu yeşil gözlü 35 yaşlarında gözümde yeşil tonlarda kalan yeşil adam.
Siyasetten ve siyasilere danışmanlıktan, Ankara'nın koyuluğundan sıyrılıp Istanbul'a adapte olmaya çalışıyordu o dönemler. Görevi, köklü bir firmaya kurumsal kimlik kazandırmak, yeniden yapılandırmak, çöküşe geçen başarısını disipline ederek artırmak.
Ve bu göreve çalışanlardan başlayarak ilk işi şirket ortaklarının yakınlarını şirketten onun tabiriyle kurumdan uzaklaştırmak ve yine onun tabiriyle yepyeni vizyonlu kurum vatandaşları oluşturmak kısacası kendi ekibini kurmak. Hey gidi günler hey.
Onu anlamak yıllarımızı almıştı biz kurum vatandaşlarının. Helede mesai vaktini bir dakika bile geçirdiğimizde uyguladığı cezai müeyyideler karşısında onu bütün gün internet başında chat yaparken görmek bizi çileden çıkarırdı. Aldığı maaşı ise görünüşte yaptığı işe göre astronomik boyuttaydı buda bizi çileden çıkarmaya yeterdi.
Kapı eşiğinden konuşmak maaştan %1, gecikmek %3, sık sık lavaboya giderek görevi ihlal etmek :)%.. gibi kesinti uygulamaları tarihte başka bir kurumda görülmemiştir muhakkak.
İlk zamanlar onu hiç anlayamamıştım. Gururu tavan yapmış ben için boyun eğmek hiç de kolay olmayacaktı. İş konusunda gurur olmayacağı helede uzman olmanın yerleri bile paspaslamaktan geçtiğini staj üzere gelen Bilgisayar Mühendisi üzerinde uyguladığını görünce teslim olmaktan başka çare kalmamıştı:)
Yapılan basit yanlışların bile bedelini belki bu kadar ağır ödetme yolu çoğu insana ters gelebilir ama yetişmek için helede zaman kısıtlıysa hiçte yanlış olmadığını anlamak kolay olmadı benim için. Zamanla yaprak dökümü başladı bir iki üç.
Bir sabah şirkette gitarıyla hazırolda bekleyen uzun saçlı vatandaşı görünce şaşırmadım tabiki, olsa olsa bu onun işiydi. Akşam barda dinlediği solisti beğenip sabah kurum vatandaşları çalışırken onlara mini bir konser versin diye bu adamı kolundan tutup getiren ancak o olabilirdi.
Bana bilmem ne bakanını, milletvekilini bağla diye diye çileden çıkardığı ve kaçırdığı sekreter sayısını hiç hatırlamıyorum.:))
Kırac'ın " Kan ve Gül" şarkısını dönüp dönüp, günlerce hatta aylarca milyonlarca kez son ses dinleyip, tel görüşmelerimizi eziyete çeviren ve de nakarat kısımlarına bed sesiyle eşlik eden başka birini tanımıyorum:))
Bir kez dahi dahili telinizi kaçırmanız karşısında onbinlerce doları kaçırmamıza neden oldun baskılarıyla bir anda her bir bireyin doğumgününü itinayla bir araya gelip kutlarken havalarda dolaşan telefon seslerine aldırmayıp kendi kanunlarını yedire yedire hakimiyetini kabul ettiren tek adam.
Aylarca ödemediği ev kirasının birikip birikip ev sahibi kadının baskınıyla sonuçlanan sırpsındığı pardon şirket faciasıda başka bir hadise::)))))
Sekretere kargo konusunda sıkı sıkı tenbih edip buna rağmen sekreter kızın müşteriye giden malzemelerle, bizimkinin sevgilisine giden son derece özel hediyenin karışması bir başka bomba etkisi oluşturmuştu kurumda:))) Bide müşteri tanıdık olmasa neyse:)))
Toplantılarda Whiteboard' e çizdiği şekilleri, anlatımı, bakış açısı hiç anlam veremezdik, herkes bir boyuttan bakarken olaya nasıl olurda bu kadar farklı bir bakış açısı olabilirdi. Şimdi daha iyi anlıyorum onu.
Toplantı odasını simsiyah boyattığını hatırlıyorum. Toplantıya gelenlerin yüz ifadelerini unutmuyorum. Kapı kolundan tutunda halılara masa saldayyelere kadar simsiyahtı jaluzi bile. Nedeni; toplantıda sadece kişinin barizleşmesi, yalın olması, fikirlerin dağılmaması kısacası odak noktanın kişi üzerinde toplanması, duyulmuşmu böyle bişey pes doğrusu. Sorgu odalarında olmazmı bu filmlerde görürüz.
Background, knowhow çok önemliydi onun için. Şiir yazardı bol bol ve dinletirdi bana sonuna kadar. Şiiri sevmem ama bu daha beter bişey anlayamadığım anlamlar belkide anlaşılmasın diye yazılan ifadeler.
Gelmesine uzun zaman olmamasına rağmen istanbul'u iyi keşfetmişti. Arkadaş gruplarıyla iyi mekanlara takılır brunch lar yapardı. İtalya'dan gelen ayakkabılarını sık sık gösterir bana da ayakkabını çıkarırmısın bi diyerek şaşkına çevirip evettt bi hatun hotiç giymeli derdi. Bunu yapabilende ancak sıradışı bir yönetici olabilirdi..
Böyle giderseniz evde kalacaksınız diye geleceği bile görebilmişti bir kahin misali:))
Onun azmi, hiç yılmaması, sürekli planlar programlar yapması, evliliği bile gündem konusu yapıp kimler olabiliri oturup değerlendirmemiz ne günlerdi.
Onu daha başka türlü anlatmak isterdim ama hep komik yönleri aklıma geldi gece gece ancak bu kadar olur. Uyku bi yandan. Açıkçası böyle bi adamdan en az bir sezon Avrupa Yakası malzemesi fazlasıyla çıkar üzerine gidilse. Zaten de köprünün hemen aşağısı Avrupa Yakası Şişli tamamıyla uyuyor adrese:)

12 Aralık 2007 Çarşamba

TIGER'IN YAŞAMINDAN KESİTLER

Hastalandığında çok üzdü, çok şükür sağlığına kavuştu.



İlk zamanlar kendisinin kuş olmadığını ikna etmem zor oldu.




Uyku problemi yoktur, her yerde rahat edebilir.






Şeffaftır; içi dışı birdir. İçinde, poşetlere karşı koyamadığı bir dürtü mevcuttur.





Kitaplar Tiger'ın en iyi dostları arasında yer alır.




Yaramazlık ve özele saldırı onun için oldukça doğal bir davranıştır.





Çevresine karşı son derece duyarlıdır. Hayvanları sever korur ve kollar hatta koklar.





Tam bir Tv koliktir. Avrupa Yakası favori dizisidir. Uyurken dahi hakkını verir.




Tedbirlidir; yağmurlu olmasada hava şemsiyesini mutlaka yanına alır. Komşuya çaya dahi gitse.

9 Aralık 2007 Pazar

DUA EDERMİSİNİZ....?

Praying Hands..

Dua etmeyenimiz varmı? Pek tabiki yoktur. Neden dua ediyoruz? kendimiz için..? kedimiz için..? ailemiz için? başarımız için..? hiç bitmeyen ihtiyaçlarımız için..? sağlığımız için..? Her insanın öncelikleri vardır muhakkak.

Duanın sadece el açıp yalvarmaktan ibaret olduğunu bilenler yanılıyor olmalılar.
Çalışmakta bir nevi duadır. Evet evet, çalışmak yani sebepleri bir araya getirmek için çalışmak ve neticeyi beklemek bir duadır.
Ve dua etmek en büyük ibadettir. Çünki dua kul olduğunu bilmektir. Ben kulum senden başka gidecek kapım yoktur demek, aciz olduğunun farkına varmak, sesinin işitildiğini, kalbinin en derinindeki en ufak bir arzuyu bileni bilmek ve yüce yaratıcıyı idrak etmektir.
Dua bir terapidir. İnsanı manen rahatlatan bir nevi tedavidir. Yalnız olmadığını bilmek herşeyin diziginini elinde bulunduran bir güçün varlığını hissetmektir.
"vermek istemeseydi istemek verirmiydi" diyor üstad. İstemekte bir nevi ibadettir.

Peki duamızın kabul edildiğini bazen anlamayabilirmiyiz. Risaleden aynen aktarıyorum:

Üçüncü Nükte Dua-yı kavlî-i ihtiyarînin makbuliyeti, iki ci-hetledir: Ya ayn-ı matlubu ile makbul olur; veyahut daha evlâsı verilir. Meselâ, birisi kendine bir erkek evlât ister. Cenâb-ı Hak, Hazret-i Meryem gibi bir kız evlâdını veriyor. "Duası kabul olunmadı" denilmez. "Da-ha evlâ bir surette kabul edildi" denilir. Hem Bazen kendi dünyasının saadeti için dua eder. Duası âhiret için kabul olunur. "Duası reddedildi" de-nilmez. Belki, "Daha enfâ bir surette kabul edil-di" denilir, ve hâkezâ... Madem Cenâb-ı Hak Hakîmdir. Biz Ondan iste-riz, O da bize cevap verir. Fakat hikmetine göre bizimle muamele eder. Hasta, tabibin hikmetini itham etmemeli. Hasta bal ister; tabib-i hâzık, sıtması için sulfato verir. "Tabip beni dinlemedi" denilmez. Belki âh ü fizârını dinledi, işitti, cevap da verdi, maksudun iyisini yerine getirdi.

Ortalama 60-70 yıllık dünya hayatımız ve maksatlarımız için dua ediyoruz ya ölüm ve ötesi için duamız varmı?

Hak vaki olduğunda karanlık ve koyu bir toprağın altında bizi yapayalnız bırakıp gittiklerinde ne yapacağımıza dair bir fikrimiz varmı? Bizi ne kurtaracak kim yardım edecek bir fikrimiz varmı?

Annenin evladını dahi gözü görmediği o haşir(diriliş) meydanında elimizden bizi kim tutacak bunu hiç düşündük mü?

Bırakalım siyaseti Ali yi Veli yi ölüm ve ötesi için dünyada ne ektik ne biçtik muhasebe yapıyomuyuz hiç?

Ölüm yokluk değil, hiçlik değil sadece bir terhis teskeresi, bir mekan değişimi, ebedi hayatın başlangıcı gerçeği değilmidir ?

Mevlananın dediği gibi ölüm benim düğün günüm diyebiliyormuyuz?

Madem ölüm öldürülmüyor ve kabir kapısına her geçen gün yaklaşıyoruz ve madem ömür sermayemiz için hiç bir garantimiz yok o zaman buyrun bu gerçekle yaşamaya ve hayatımızı bir daha gözden geçirmeye.

Bana bu bakış açısını kazandıran Risale-i Nur'a ve müfessirine duayla..

4 Aralık 2007 Salı

BİZ ESKİDEN SU İÇERDİK TESTİDEN

70'li yılların ortaları 80 lerin başı.. O yıllarda ki çocukluk dönemi henüz teknolojiyle pek haşır neşir olmamıştı. O yüzden garip bir şekilde usluyduk, ki usluluk anılarımız anlatıla anlatıla şimdiki çocuklarla karşılaştırıldığında tarihi bir anlam kazanır oldu neredeyse.

Telefonlar bu denli yaygın ve ekonomik olmadığındanmıdır nedir annemiz gezme randevusunu bize aldırırdı. Ne sosyofobik bişeydi benim için ama itiraz etmeyide pek bilememezlikten ne söyleyeceğime dair cümleyi öğrenip iyice ezberleyip öyle giderdim. Kapıyı çalar " Annem dedi ki: eğer bir maniniz yoksa size gelecekmiş" der cevap ise aynen geri getirilirdi.

Trt1 siyah beyaz dönemleriydi. Gündüz yayın olmazdı, akşam başlardı yayın, hafta sonu daha erken başlardı 16 oo gibi. Tv kapalıyken çıkan ürkütücü dııııııttttt sesini duyup uzun süre böyle açık kalırsa tv nin patlayacağına dair büyüklerimizin uyarısını dikkate alıp hemen kapatırdık alelacele.

Kumanda aletinin yokluğunda tv yi ve sesini açıp kapamada büyüklerin isteklerini yerine getirecek kumandalar biz çocuklardık. Tv antenleri yapraklarını dökmüş kuru ağaç misali bütün haşmetiyle balkonlarda yer alır çekiyo çekmiyo talimatına göre yön değiştirilirdi.

İlkokul önlüklerimiz bile siyah beyazdı. Beyaz yakalarımız, beyaz saç kurdelemiz ve cep mendilimiz zorunluydu. Elde taşınan deri cinsi okul çantalarımız vardı sırt çantası henüz icat edilmemişti o zamanlar. Ansiklopedi adı altında kalın bir kitabımız vardı ben bayılırdım ona defalarca okurdum yine doymazdım.

Tv de Adile Naşit "Uykudan Önce" de masal okur uyuyun yavrucaklarım derken bizim adımızıda söyleyecekmi diye heyecanla takip ederdik. (Bir kez dahi söylemedi)

Şanzımanlı Arçelik çamaşır makinesine sahip olan aileler zengin bile sayılabilirdi o yıllarda:) Pazar günleri çamaşır yıkama ve ütü günü olup geç saatlere kadar çamaşır yıkanır ve ev haklı bundan son derece rahatsız olurdu hatta günden nefret ederdi.

Sınıf öğretmenlerinin sınıfta örgü dantel vs örebildiği yıllardı o yıllar. Sıra dayağı diye bir kavram vardı, uzun uzun sopalar dururdu masada demirbaş niyetine. Kokulu silgilerle yeni tanıştığımız, kalemlerin açılıp açılıp küçücük kalana dek çürük çıktığı mahrumiyet yılları..

Okulların kantininde simit ve gazozdan başka bişey satılmadığı dönemlerdi. Koni cipslerin olmadığı, Amaze gıdalarının hayal olduğu, bakkallarda Etipuf'un Piknik Büskivinin revaçda olduğu, bardakta çikolataya coştuğumuz, tırtıklı bebe büskivisinin vanilya kokusuna bayıldığımız günlerdi...

Otobüsler 302 idi o zamanlar ve yaygın olarak seyahatlerde otobüs kullanılırdı. Sigara içilirdi pofur pofur, pis sigara kokusunun ikram edilen adi sarı kolonyaya karıştığı o kokuyu hala hatırlarım dün gibi. Birde siyah torbalar dağıtılırdı yolculuk başlangıcında :)

O zamanlar Oktay usta'da yoktu ne tv de ne mecmuada :) Mamafih ev gezmelerinde çeşitlilik kısıtlı olup kek ve poğaça ikram edilirdi misafirlere.

Pembeli Barbili kıyafetler, ayakkabılar, oyuncaklar yerine kırmızı rugan potinler, karpuz kollu dantelalı elbiseler, oyuncak et bebekler, orlon saçlı bez bebekler vardı da oynaya oynaya doyamazdık saldırmak etrafa neyimize.

Bisiklet ailenin bir ferdine göre diğerleride sırası gelince binecek şekilde ekonomiye uygun olarak satın alınırdı yinede dünyalar bizim olurdu.

Radyoda arkası yarınların beklendiği, minicik minicik bir can gözleri mercan şarkısıyla başlayan programları can kulağıyla dinlediğimiz çocukluk yılları ne çabuk geldide geçti....

Annemiz çalıştığı için kreş yokluğundan 4 yaşında ilkokul birinci sınıf okuyup 5 yaşında yaşıtlarım sıcak yataklarında sütlerini yudumlarken, anadolunun buz kesen soğuğunda boyumu aşan karlarda düşe kalka 2. sınıfta okumaya mecbur kaldığım çocukluğum. Bu nedendir ki ilkokula dair hatırladıklarım hayaldir zihnimde. Annem mesaideyken bizi evde bırakıp gitmek zorunda olduğu günleri hatırlarım. Kapıya gelen dilencinin sesini duyup, kalbimin yerinden fırlayacakmış gibi çarptığını, korkudan sarılık olduğum dönemleri hatırlarım. Soğuk anadolu evlerini, yaşamak zorunda kaldığımız imkansızlıkları. Bunlara ödül! olarak devletimizin ne kadar hak ve hukukumuzu gözettiğini!! hissettikçe gözlerim doluyor elimde olmaksızın.

Bütün bunlara rağmen şimdiki bütün imkanlara sahip olan çocuklardan çok daha mutlu olduğumu hatırlıyorum. Atamız Coşkun Sabah ın dediği gibi " biz büyüdük ve kirlendi dünya":)Mutsuzluk hastalığı sarıp sarmalamız insanları, çoluk çocuk genç yaşlı. Doyumsuzluk, tatminsizlik kronik hale geldi neredeyse.