Tiger benimle gelmiyor. Bütün gün evde sıcaklardan bunalmış bir halde upuzun yatıyor miskin miskin. Bir gün sonra evdekilere sorun çıkarmaya başlayacağından uzun süre ortalardan kaybolmam pek mümkün değil. Şimdilik koltuğumda Tiger var. Sizi onunla başbaşa bırakıyorum. Bana iyi yolculuklar:))
27 Haziran 2008 Cuma
YİNE GİDİYORUM
Tiger benimle gelmiyor. Bütün gün evde sıcaklardan bunalmış bir halde upuzun yatıyor miskin miskin. Bir gün sonra evdekilere sorun çıkarmaya başlayacağından uzun süre ortalardan kaybolmam pek mümkün değil. Şimdilik koltuğumda Tiger var. Sizi onunla başbaşa bırakıyorum. Bana iyi yolculuklar:))
25 Haziran 2008 Çarşamba
BİRAZ YEMEK VE BİR KAÇ DİZİ
Yemek programları izlemeyi severim bu halimi ev halkı garip bulsada. Bu kadar merakla seyredip hiçbirini yapmadığıma tepkilerine karşın, bir gün yetenek patlaması vuku bulacağını iddia ediyorum onlara :)
Yiyecekleri parçalayıp bölen aletlerin reklam tanıtımlarını defalarca izlerdim bi ara:) Hani şu parmesan peynirini, patatesi, havucu dilimleyen rende, kolay balık filetosu çıkarabilen bıçak reklamlarını bıkmadan usanmadan seyredebiliyorum:) Bu ilgi nereden ve neden kaynaklanıyor bilmiyorum. Belki de iyi bir gurmeyim kimse bilmiyor:)
Günlerin uzamasıyla Oktay Usta'yı düzenli takip eder oldum bu ara. Beş altı çeşit yemeği (bazen salatalarla, hazır keklerle kaynatsada) bir çırpıda meydana getirmesini takdir ediyorum. Konukları bir başka alem. Hayatlarında bıçak görmemiş, hamur ellememiş gibi davranıyorlar ya pes doğrusu :) Hadi genç şarkıcı, türkücü, tiyatrocu takımını anladık, yaşlı başlı kadınların -aaa bunu ben mi yaptım inanmıyorummm... şeklinde ki hayret nidaları hiç inandırıcı değil hani:)
Bu da Oktay Usta'mızın resmi web sitesi; http://www.oktayustam.com/site/
Blogumda belli olmasa da pasta börek çörek yapmayı severim başarılı olduğuma da inanıyorum daha doğrusu düne kadar. Oluşturduğum kakaolu, muzlu, çikolata soslu pasta projem tam bir faciaydı. Kek bölümünü başarıyla ve sırasıyla çırptım, fırına koydum. Kekin üst kısmı fazla kızardı, iç kremasının sütünü dalgınlıkla sıcak olarak kullanınca krema tor top oldu, çırptım ezilmedi, süzgeçten geçirdim geçmedi, yarısı süzgeçte, yarısı tencerede kaldı. Keki tepsiden çıkarırken bi kısmı tepside kaldı. İkiye böleyim derken parçalandı. Alt yarısını oluşturup üzerine elde kalan kremayı yayıp arasına muz doğradım muz çürük çıktı. Azmimi yitirmedim. Diğer yarıyı yaka paça üzerine yerleştirdim. Üst yanık tabakayı fileto şeklinde çıkardım:)) kek savaştan çıkmış gibiydi. Üzerine çikolata sos yaparken temkinliydim. Süt sıcaktı, çikolata sosu suda erittim süte yavaş yavaş aktardım kıvam güzeldi. Biraz soğuttum ve facianın üzerine döktüm. Buzdolabında bir kaç saat bekledi. Bütün bu tecrübeler pasta kariyerimi alt üst etti diye düşünürken pastadan tadanların düşünceleri imdadıma yetişti. Çikolata sosla örtülü görüntünün altında neler yattığı ilk başta görünmediğinden endişeliydim. Pasta bütünüyle gitmesi gereken yere ulaştı. Aldığım güzel tepkilere göre pastaya çok iyi ilk yardımda bulunmuşum:) Oktay Usta seyretmenin faydaları belirdi belki de:)
Tek tük izlediğim daha doğrusu müptela olduğum dizilerden biriside Lost. Saldakilere ne olduğu hakkında ipucu vermeyip beni, bütün sezonları didik didik seyretmek zorunda bırakanları Allah bildiği gibi yapsın:))
Gelelim Yaprak Dökümü'ne... Sezon finali pek ilgi çekici değildi. Hepsi ayrı alem, ailenin yaşadığı bütün kabusları olgunluk ve kibarlıkla karşılayan, en berbat durumlarda bile şiirsel konuşma yeteneğini kaybetmeyen bir baba, kazmalıktan nezaket abidesine dönüşen kocası Tahsin'e ve laf cambazı annesine katlanan sabır taşı Fikret, dedesi yaşında adamla duygusal bağ kuran psikopat Leyla, hiçbişey olmamış gibi evinde yaşamaya çalışan ak kaşık Necla, her durumda mutlu ve umutlu anne Hayriye, zavallı mahpus Şevket, hadiselerin baş müsebbibi Ferhunde. Her mevsim, yaprak dökümü, her mevsim, sonbahar.
Yiyecekleri parçalayıp bölen aletlerin reklam tanıtımlarını defalarca izlerdim bi ara:) Hani şu parmesan peynirini, patatesi, havucu dilimleyen rende, kolay balık filetosu çıkarabilen bıçak reklamlarını bıkmadan usanmadan seyredebiliyorum:) Bu ilgi nereden ve neden kaynaklanıyor bilmiyorum. Belki de iyi bir gurmeyim kimse bilmiyor:)
Günlerin uzamasıyla Oktay Usta'yı düzenli takip eder oldum bu ara. Beş altı çeşit yemeği (bazen salatalarla, hazır keklerle kaynatsada) bir çırpıda meydana getirmesini takdir ediyorum. Konukları bir başka alem. Hayatlarında bıçak görmemiş, hamur ellememiş gibi davranıyorlar ya pes doğrusu :) Hadi genç şarkıcı, türkücü, tiyatrocu takımını anladık, yaşlı başlı kadınların -aaa bunu ben mi yaptım inanmıyorummm... şeklinde ki hayret nidaları hiç inandırıcı değil hani:)
Bu da Oktay Usta'mızın resmi web sitesi; http://www.oktayustam.com/site/
Blogumda belli olmasa da pasta börek çörek yapmayı severim başarılı olduğuma da inanıyorum daha doğrusu düne kadar. Oluşturduğum kakaolu, muzlu, çikolata soslu pasta projem tam bir faciaydı. Kek bölümünü başarıyla ve sırasıyla çırptım, fırına koydum. Kekin üst kısmı fazla kızardı, iç kremasının sütünü dalgınlıkla sıcak olarak kullanınca krema tor top oldu, çırptım ezilmedi, süzgeçten geçirdim geçmedi, yarısı süzgeçte, yarısı tencerede kaldı. Keki tepsiden çıkarırken bi kısmı tepside kaldı. İkiye böleyim derken parçalandı. Alt yarısını oluşturup üzerine elde kalan kremayı yayıp arasına muz doğradım muz çürük çıktı. Azmimi yitirmedim. Diğer yarıyı yaka paça üzerine yerleştirdim. Üst yanık tabakayı fileto şeklinde çıkardım:)) kek savaştan çıkmış gibiydi. Üzerine çikolata sos yaparken temkinliydim. Süt sıcaktı, çikolata sosu suda erittim süte yavaş yavaş aktardım kıvam güzeldi. Biraz soğuttum ve facianın üzerine döktüm. Buzdolabında bir kaç saat bekledi. Bütün bu tecrübeler pasta kariyerimi alt üst etti diye düşünürken pastadan tadanların düşünceleri imdadıma yetişti. Çikolata sosla örtülü görüntünün altında neler yattığı ilk başta görünmediğinden endişeliydim. Pasta bütünüyle gitmesi gereken yere ulaştı. Aldığım güzel tepkilere göre pastaya çok iyi ilk yardımda bulunmuşum:) Oktay Usta seyretmenin faydaları belirdi belki de:)
Tek tük izlediğim daha doğrusu müptela olduğum dizilerden biriside Lost. Saldakilere ne olduğu hakkında ipucu vermeyip beni, bütün sezonları didik didik seyretmek zorunda bırakanları Allah bildiği gibi yapsın:))
Gelelim Yaprak Dökümü'ne... Sezon finali pek ilgi çekici değildi. Hepsi ayrı alem, ailenin yaşadığı bütün kabusları olgunluk ve kibarlıkla karşılayan, en berbat durumlarda bile şiirsel konuşma yeteneğini kaybetmeyen bir baba, kazmalıktan nezaket abidesine dönüşen kocası Tahsin'e ve laf cambazı annesine katlanan sabır taşı Fikret, dedesi yaşında adamla duygusal bağ kuran psikopat Leyla, hiçbişey olmamış gibi evinde yaşamaya çalışan ak kaşık Necla, her durumda mutlu ve umutlu anne Hayriye, zavallı mahpus Şevket, hadiselerin baş müsebbibi Ferhunde. Her mevsim, yaprak dökümü, her mevsim, sonbahar.
22 Haziran 2008 Pazar
BAĞ EVİ DEDİKLERİ
Gaziantep'te haftasonları geçirmek için şehre yakın beldelerde kurulu "bağ evi" adı verilen yazlık evlere akın edilir. Bir de "deniz evi" denilen yazlık evler vardır ki bunlar da Mersin, İskenderun civarında deniz gören yada denize yakın evlerdir. Bağ evi, bahçe içerisinde meyve ağaçlarının arasında genellikle yerde çim olmayan kurak topraklar üzerine kurulu kimi zaman orta halli, kimi zaman lüx şartlarda yapılmıştır. Evde balkonda mangal tüttüremeyenlerin diğer alternatifi yakın civar ormanlar olur, imkanı daha geniş olanların ise tercihi bağ evleridir. Amaç kebap yemektir yoksa yeni haftaya başlangıç için eksik adım atılmış olur:)Bu haftasonu iki gün bağ evlerinde davetteydim. İlki mütevazi şartlardaydı. Meyve ağaçlarının ortasında kurulu bir bağ evi.
Bu gün yine bir bağ evi fakat bu defa yolu daha uzun, daha abartılı, bu manzaraya ve bu topraklara bu kadar emeğin neden verildiğini anlayamadığım bir yazlık. Doğal ortamla içiçe olabilmek için o kadar uzağa dev bir bina yapıp içinde bir iki ay yaşamak hiç bana göre değil. Yemyeşil dağlar, yamaçlar yok malesef Gaziantep'te. Şırıldayan dereler, akarsular, hiç yok. E deniz, göl, orman, okyanusta yok. Neredeyse şehirde yaşamakla orada yaşamak arasında hiç fark yok. Hatta eksileri bile var. Ben çözemedim bir türlü. Şimdi Antep'liler duruma bi açıklama getirecektir umarım:)
13 Haziran 2008 Cuma
ISPARTA-BARLA-EĞİRDİR
Bahar mevsimi, aylardan Mayıs. Heidi misali kırlarda bayırlarda koşuşturan, kuzucuklarla coşan insan modunda bir haftalık köy, dağ, göl, dinlenme, detoks, tatil adı her ne ise.. .Başka tanımla, yemyeşil dağlar tepeler, yayılan kuzucuklar, inekler, atlar, köpekler, çiçekler, böcekler arasında dağlar kızı Heidi....
Kedi kediye benzermiş :)) Tiger'ın biraz balık etli olanına rastladım konakladığımız yerde. Renkler aynı, ifade farklı. Çok acılar çekmişe benziyor suratı. Soğuk almış hırlıyor ve öksürüyor zavallıcık. Pek ihtiyacı yok gibi görünsede öğünlerimi onla paylaşmayı tercih ettim. Kahvaltıda peynir, sucuk, yemeklerde tavuk eti, kırmızı et ve göl balığı yedi bol bol.Konakladığımız mekan köye yürüyerek yirmi dk mesafede. Keşif zamanı;
ISPARTA-SDÜ
Isparta'ya sabah inip geciken diplomamı aldığımdan daha önce bahsetmiştim. Kampüste bahar şenlikleri, mezuniyet kutlamaları gırla gidiyordu.
Merkeze inip şehri 12 yıl sonra görmenin hazzıyla hayretle izledim. Hızlı değişimine şaşırdım. Diploma elimde zaman tünelinden geçmişcesine etrafa bakınıyordum. Su gibi akıp giden zamanın acısını soslu mısır yiyerek dindirmeye çalıştım:) Üniversitenin amblemi ile ceketim arsındaki renk uyumunuda şimdi farkettim:)
Akşam köy otobüsü vaktine kadar şehirde oyalandım, dolaştım, düşündüm, sevindim, üzüldüm, yoruldum,bütün duygularım birbirine karıştı altüst oldum.DAĞLAR
Davraz Kayak Merkezi'ninde bulunduğu Davraz Dağı nın en uç noktası 2635 metredir. Nisan ortalarına kadar kayak yapılabilen Davraz Dağı tepesinde kar kolay kolay eksik olmaz. Öğrencilik dönemimde Davras Dağı odamın penceresinde bütün haşmetiyle görünürdü de seyrine doyamazdım.
Bu dağ Davraz değil Barla Dağı.
Eğirdir'e uğramadan dönmek olmaz. Isparta'nın turistik ilçesi Eğirdir Türkiye'nin 4. büyük gölüne sahip. Gölde iki küçük ada var ve bu adalar kara yoluyla Eğirdir'e birleştirilmiş.
Birinci tür yani yere paralel tatili yeniden düşünmeye başladım :)10 Haziran 2008 Salı
LALE DEVRİ
Hedef, tepedeki denize nazır, Topkapı Sarayı komşusu, semaverli çay bahçesi. Hem boğazı hem Marmara denizini hem Anadolu hem Avrupa yakasını görebilen muhteşem bir manzaraya sahip bu tepe.
6 Haziran 2008 Cuma
MOR ÖRTÜLÜ MOR HAYATLAR
Urfa'da mola. Manzara Urfa otogarından. İki genç kadın... Üzerlerinde, Urfa'nın kavurucu sıcağına rağmen yaklaşık 4-5 metre kadife ve parlak kumaşlardan oluşan kat kat elbise var. Burunlarında altın renginde hızma. Tenleri son derece kavruk. Saçlar ikiye ayrılmış başlarının yarısına kayan örtüden görünmekte. Kucaklarında minicik altı bezsiz bebekler. Etraflarında ise en az 5 küçük çocuk. Muhtemelen yolculuk yapacaklar, bekleme mekanını açık hava olarak tercih etmişler, yerlerde koltukta oturur gibi rahatlar. Lisanları kürtçe, yüksek volumlu hararetli sohbetleri Urfa otogarındaki cümbüşe ve hengameye karışıyor. Dikkatli bakıldığında yaşlarının en fazla 22-23 olduğu anlaşılıyor, dikkatli bakılmadığında varın siz tahmin edin. Fotoğraf çektiğimi farkediyorlar utanıyorlar bakmaya, bense daha yakından çekmeye çekiniyorum, oturduğum yerden şahit olduğum bu manzaraya dalıp gidiyorum.Çocuklar bir oraya bir buraya seğirirken, bir ara elinde bir paket ile yaklaşan ailenin en büyük bireyine doğru koşturdular. Paket yere konuldu, çocuklar büyük bir iştahla etrafına üşüştü. Paket açıldı, içinde iki adet lahmacun birazda yeşillik vardı. Kırkırdama sesleriyle neşe içerisinde yemeye koyuldular. Küçük ve kirli eller lahmacundan küçük parçalar koparıp içine salatayı katık ederek iştahla yemeye başladılar. Mutlulardı, paylaşmayı biliyorlardı yemek esnasında hiç bir kargaşa yoktu, intizamla ve iştahla yiyorlardı, hayatlarındaki intizamsızlığa inat. Lahmacunun midelere inmesi uzun sürmedi. Kollarıyla burunlarını silip kimi de elbiselerine ellerini silerek peçete ihtiyaçlarını giderdider. Yemek faslından sonra pür neşe koşturmaya devam ettiler.
Bu manzara gözümün önünden uzun süre gitmedi. Görünüşe göre çocuklar mutluydu, anneleri de. Yemek ayırt etmiyorlardı, kıyafette. Temizlik pislik dertleri yoktu. Ne gelecek endişeleri ne geçmiş dertleri vardı vaziyete göre.Güneydoğuya gelmeden zihnimde bu görüntülerin esamesi bile olamazdı. Suçlu aramaya gerek yok çünki suçta yok, suçluda yok.
Birde hiç birşeyden mutlu olmayan teknoloji çocuklarını düşündüm. Kendilerine ait odaları, bilgisayarları, tv leri, ipotları, cep telefonları, pembe barbili kıyafetleri, tatilleri, okulları..... yinede mutsuzluktan suratlarından düşen bin parça oluşları.
Yorum sizin..
Not: son sobede sobelemeyi unuttum, sobelenenler; mobius ve umar ve sobelenmek isteyen cem i cümle.
1 Haziran 2008 Pazar
MAL BEYANI
Sevgili Nalan'dan gelen "Mal beyanı" konulu sobede, aklıma ilk gelenler; canım kedim Tiger, ailem, tasım tarağım, dertli bağlamam, ömrüm boyunca yaptığım alışverişlerden hiç bir yere sığdıramadığım giysilerim, mücevheratım!, ferrarim!, Miami deki villam!, Bodrumdaki yatım!, sergüzeşti hayatımda bana iyi-kötü hayat dersleri verdirmeye vesile olan insanoğulları, kısacası back raundum vs. oldu.
Baktım ardı arkası gelmiyor. Düşündüm; bunların bana kabir kapısına kadar arkadaşlık edebileceğini ve kabrin öbür tarafında pek essassız olduklarını ve her geçen günle birlikte beni beklemekte olan kabri hatırlayıp, duygulu bir düşünce sürecinde aşağıdaki sıralamanın daha akılcı olduğuna karar verdim.1-Ömür sermayem; Hayatım, vücudum, kaşım, gözüm, elim ayağım... yokluğunda tarifi imkansız ızdırapların yaşanacağı, varlığıyla şükrünü ömrümce hakkıyla yerine getiremeyeceğim, birini dahi dünyalara değişmeyeceğim azalarımla beraber, ömür sermayemi cenneti kazanmaya vesile kılma hedefim.
2-Akıl Sermayem; Risalelerde geçen "Ahirette seni kurtaracak bir eserin olmadığı takdirde fani dünyada bıraktığın eserlere de kıymet verme" düsturuna paralel olarak dünya gözüyle maddi eserlerin ahiret için fayda vermeyeceğini, ebedi saadeti kazandıracak değerleri ve her hal üzere yaşama sevincimi kaybetmememi, idrak etmemi sağlayan akıl sermayem.
3-İnancım; Kabir kapısına ağlayarak değil gülerek girme müjdesine vesile olan inancım ve onun doğrultusunda ibadetlerimle sonsuz rahmetine sığınacağım Rabbim.
4-Dualarım; "Eğer Duanız olmazsa ne ehemmiyetiniz var" ayetinin sırrıyla daimî bir surette dergâh-ı İlahiyeye iltica edip niyaz edişlerim.5-Sabrım; "Şüphesiz Allah sabredenlerle beraberdir"ayetine dayanarak sabrı bir anahtar olarak görüp teslim ve tevekkülle hadiselere mukabele edebilmem.
Bunlar varsa zaten herşeyim var demektir.Sobelemeyi unuttum yine. Neyse çok geç olmadan bir kaç kişi sobeleyeyim hemen; Mobius ve Umar'ı sobeliyorum ve haberdar etmeye gidiyorum :)